25 Mayıs 2010 Salı

EVDE YOKTUK

Klasik deyimle günler su gibi akıp geçti bu günlerde. Yine bir Ankara gezimiz oldu. Eren koltuğuna alışıp rahat oturunca, biz de stressiz bir yolculuk yapmış olduk. Hatta dönüş yolculuğunda rekor kırdı tam 4,5 saat hiç kalkmadan koltuğunda oturdu. Bu süre içinde iki kez kısa da olsa uyudu. Molasız eve geldik.

Ankara' da bir gün Beypazarı, bir gün Kızılcahamam derken bir haftanın nasıl geçtiğini anlamadık.Beypazarı zaten ünlü bir ilçe, evleri, doğası, havucu, ilçeye özgü yemekleriyle oldukça ilgi çekiyor.İnözü vadisinde doğanın içinde çok güzel yemek yenecek yerler var. Tesadüf o gün Beypazarı'nın pazarıymış. Biraz dolaştık. Pazarda satılan tezgahlardaki tüm ürünler sanki fabrikasyon üretim gibi aynıydı. Hiç bir köylünün önünde doğal bir ürün göremedim. Tüm pazarı dolaşamadık gerçi ama gördüğümüz kadarıyla böyleydi.


Kızılcahamam ise kaplıcalarıyla ünlü. Biz günübirlik gittiğimizden, üstelik hışım gibi bir sağanak yağmura yakalandığımızdan sadece Soğuksu milli parkını gezip döndük.

Bu gezilerde Eren'e doğayı sevdirmeye çalıştık. Ağaçları, çiçekleri gösterip anlattık. Kuşları gösterdik. Kuşlarla ilgilendi ama ağaç ve çiçeklere pek ilgi göstermedi. Hayvanlara ilgisi daha fazla. Teyzesinin kedisi Jüpiter'le pek yakınlaşıp koklaştılar bu kez. Önceki görüşmelerinde Eren kovalıyor, Jüpiter kaçıyordu. Onlar da alıştı birbirlerine.

Eve dönünce sakin, sıradan günlerimiz yeniden başladı Eren'le.

Sabah kahvaltı. Sonra çeşitli oyunlar, kitap okumalar, öğle yemeği,uyku saati derken akşam oluyor. Akşam üzeri sokağa çıkarıyoruz biraz, ama eve geri getirmemiz olay oluyor ve gün böylece doluyor.

Bugün birazcık yağmur yağdı Eğirdir' e. Bir ara pencereden dışarı bakarken gökyüzünde harika bir gökkuşağının çıktığını gördüm. Hemen fotoğraf makinemi kaptım, birkaç poz çektim. Göl ve gökyüzünde gökkuşağı harika bir görüntüydü gerçekten. Benimle birlikte balkona fırlayan Eren'e birkaç poz çekeceğim diye gökkuşağını gösterip anlatmayı unuttuğumu çok sonra farkettim.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

KOLTUĞA ALIŞIYORUZ GALİBA

Havalar birdenbire ısındı. Epeydir Eren'in traş olması gerekiyor, ama olamıyor. Çünkü traş olmak için kımıldamadan oturmak gerekiyor; o da Eren için mümkün olmuyor. Kimbilir berber nasıl traş ettiğini bilmiyordur, O'nun feryatlarını ve çırpınışlarını tahmin ediyoruz. Önlük bile taktırmamış, tüm giysileri kıl dolu. Yine de yaz traşı yapılmış oldu.

Bu pazar günü bir Antalya kaçamağı yaptık. Bakalım Eren arabadaki koltuğunda ne kadar oturacak, bir değişim var mı , deneyelim dedik; Antalya'da deniz mevsimi açılmıştır, belki denize gireriz, olmazsa kumsalda otururuz, Eren de oynar diye düşündük. Arabaya binmeden karar alındı: Ne yaparsa yapsın, istediği kadar çığlık atsın O' nu oyalamaya çalışmayacağız. Herkes normal davranışını sürdürecek. Zaten daha önceki O'nu oyalama deneyimlerimiz hiçbir işe yaramamıştı. Ancak biz hayli yorulmuştuk. Yine de tüm kıyameti koparmasına rağmen; bazen yetti artık indirelim koltuktan diye düşünceler kafamızda uçuşmasına rağmen, koltuğundan yol bitene kadar almamıştık. Bu yolculukta o direncimizin karşılığını aldık sayılır. Daha arabaya binerken itirazları başlayan Eren bu kez hiç sesini çıkarmadı, güzel güzel oturdu, görebildiği kadar çevresindeki arabalara baktı, hatta kendince şarkılar bile söyledi. Hiç sesimizi çıkarmadık, aman ne güzel oturuyor falan diyeceğiz, diyemiyoruz. Her an durumun değişme riski var çünkü. İçimizden sevinerek, dışımızdan susarak Antalya' ya sorunsuz bir şekilde vardık. Dönüşte de aynı şekilde hiç sorun yaşamadık. Arabadan indirirken güzel güzel oturduğu için mutlu olduğumuzu O'na belli ettik.


Antalya çok sıcaktı, kumsaldan on beş- yirmi metre berisi yanarken kumsala inildiğinde hatırı sayılır bir rüzgar vardı. Deniz suyu da soğuktu bizim için. Denize girenler daha çok yabancılardı.

Eren' i zor tuttuk, illa denize gireceğim diyor. Biraz kumsalda oynadı ama gözü denizde kaldı.