28 Şubat 2009 Cumartesi

KEFİR


Resimde görüğünüz sevimli şeyler kefir taneleri. Türkler tarafından bulunduğu ispat edilmiş olan kefir içerek birçok hastalığı önleyebilirsiniz.

Kefir tanelerini ılık sütün içine koyup oda sıcaklığına bıraktığınızda 12 - 24 saat içerisinde kefir içeceği oluşuyor. Sonra afiyetle içiyorsunuz. Hazırını almaktansa evde kendimiz doğal olarak yapmayı tercih ediyoruz. Hazır olanları biraz daha ekşi oluyor, evde yapılanı kendiniz ayarlayabilirsiniz.



Eren de çok seviyor, hemen hemen hergün veriyoruz. Bebeklikten itibaren içilen kefir, ileride ortaya çıkabilecek birçok hastalıktan koruyormuş.
Geçen hafta kefirin anne sütünü arttırdığını öğrendik, gerçekten faydası oluyor.

26 Şubat 2009 Perşembe

OYUN PARKI




Eren iyice hareketlendi, henüz emeklemeye başlamadı ama yattığı yerden kalkıp oturuyor, sağa sola yuvarlanıyor.

Oyun oynarken oturduğu yerde durmuyor artık. Bu yüzden etrafını yastıkla çevirip öyle oturtuyorduk. Sanırım çevresindeki yastıklardan sıkıldı ve onları alıp fırlatmaya başladı. Biz de ona evin bir odasında oyun parkı hazırladık.

Kullanmadığımız battaniye ve yorganları üst üste koyarak Eren düştüğünde canı acımayacak yumuşaklıkta geniş bir park yaptık.

Eren artık özgürce yuvarlanıyor, düşe kalka rahatça oyuncakları ile oynayabiliyor. Gerçekten çok yumuşak olmuş, ben de çoğu zaman onun yanında oturuyorum. Oturmasam da bir süre sonra çağırıyor zaten:))


25 Şubat 2009 Çarşamba

YUMURTA YEDİRMEK

Yumurta yedirmek diğer besinlerin içinde en zoru. Ağzını kilitliyor, mümkün değil açmıyor. Yumurta derken tabii sarısından bahsediyorum, iyice pişmiş olacak. Önceleri yumurtanın sarısını ezip, birazcık su ile karıştırıyordum. Muhallebi kıvamında hemen hemen.

Yine de ağzına zorla veriyorum, versem de yutması kolay olmuyordu. Bir kaşık da su veriyordum arkasından.
Yumurtayla ilgili bir araştırma yapmıştım internette, orada yumurta sarısında demir olduğundan; demirin de emilimi C vitamini ile olduğundan söz ediyordu. http://homepage.uludag.edu.tr/~mtayar/YUMURTA%20BESLENME.htm
Ondan sonra yumurta sarısı ile mandalina veya portakal suyu veriyorum.


Yumurta kaşığı gelirken ağzını açmayan Eren, portakal suyu için atılıyor. İki kaşık portakal suyunun arkasından bir kaşık yumurta sarısı vererek yediriyorum. Daha rahat oluyor.
Yumurta ile birlikte peynir yedirilmemesi öneriliyor. Demir ile kalsiyum bir arada sakıncalı demek ki. Ama biz bunu hep yapıyoruz. Dikkat edeceğiz artık.

24 Şubat 2009 Salı

ZENCEFİL (Kullandığımız baharatlar)

Zencefil yıllardır birkaç baharatla birlikte hani başucu kitabım derler ya bizim de başucu baharatlarımızdan birisi. Hiçbir rahatsızlığımız olmasa da bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek için tarçın ve zerdeçal ile bala karıştırıp, macun halinde küçük şişelerde nerdeyse çantamızda taşıyoruz. Günde bir nohut büyüklügünde yiyoruz. Tadı da çekici zaten.

Soğuk algınlıklarında veya canınız keyifli bir içecek istediğinde zencefil kökü, tarçın kabuğu, birkaç adet karanfil ve .........kaynatıp bir tutam da ıhlamur atınca içimine doyum olmuyor.

Bildiğimiz etkileri:

Sindirim ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Kansere karşı korur. Aspirin işlevi görür; kanı inceltir. İyi kolesterolü yükseltir. Tansiyonu dengeler. Yorgunluk giderir. Toksin temizleyici ve soğuk algınlığında etkilidir.

Not: Burada anlatılanlar bizim uyguladığımız tavsiyelerdir. Siz uygulamadan önce lütfen doktorunuza danışınız.

23 Şubat 2009 Pazartesi

ÇOCUKLAR VE SORULAR

Bugün oyuncaklarıyla arası pek iyi değildi, alıp alıp fırlattı. Çevresine bakıyor, elini uzatamayacağı yerlerdeki eşyalara uzanıyor, onları almaya çalışıyordu. Değişiklik arıyordu anlaşılan. Ya da yenilik. Önünde, elinin altında her zamanki oyuncaklardan sıkılmıştı besbelli. Yüzlerini görmek istemiyor gibiydi. Bazılarını kaldırıp bir müddet sonra vermeli diye düşündüm.

Bizim olanın ötesinde yeni birşeyler aramak insanda doğuştan gelen bir bilgi mi?

Daha sekiz aylık bir çocuk elindekilerin ötesinde birşeyler arama davranışını nasıl öğrendi?

Büyük küçük sürekli bir arayış içinde miyiz hepimiz?

Bu isteğin büyüme sürecinde geliştirilip veya bastırılması, kösteklenmesiyle ilintili olarak yaşama sanatımız değişiyor mu?

Ne istediğimiz bu sürecin nasıl dokunduğuna mı bağlı?

Yaşam boyunca sorular ve cevapları da arayışın bir başka yönü mü?

İnsanın kafası karışıyor.

22 Şubat 2009 Pazar

EREN'LE OYNADIĞIMIZ OYUNLAR-I

*Büyük resimleri olan çocuk kitaplarını açıp resimlerine baktırıyoruz. Resimlerde neler olduğunu söylüyoruz.(Odaklanma becerisini geliştirir)

(Bu aylara uygun, her sayfada tek resim olan kitap hazırlayacağız evde)



*Oturduğumuz yerde topu ona yuvarlıyoruz, bize yuvarlamasını söylüyoruz. Tabii şimdilik yuvarlamıyor ama tekrar tekrar uygulayınca ileride ne yaptığını göreceğiz. (Hareketleri izleme becerisini kazandırma)


*Avucumuza bir şeyler saklayıp açıyoruz, birkaç kez yapınca elimizi açmasını söylüyoruz ve açmasını bekliyoruz. Şimdilik sadece izliyor.
( Deneme yanılma yöntemiyle öğrenme, olaylar arasındaki ilişki kurma becerisini geliştiriyor)



*Cee-e oynuyoruz, en çok bu oyunu seviyor. (Bebeğe duygusal rahatlık sağlar)

20 Şubat 2009 Cuma

ANNE SÜTÜNÜ ARTTIRMAK İÇİN YAPTIKLARIMIZ

Eren'in annesinin sütünü arttırmak için birçok şey denedik. Düzenli olarak yapıldığında en çok arttıranlar kuru incir-havuç kürü ile pilates oldu.

*Prof. Dr. Saraçoğlu'nun kuru incir-havuç kürü
http://www.saracoglu.at/bolum.php?name=kitap&s_op=oku&kno=2
*Kuru incir
*Haşlanmış dut kurusu
*Rezene çayı
*Pilates yapmak (Doktorunuza danışarak)
*Mümkün olan boş zamanlarda dinlenmek ve çok aç kalmadan yemek
*Bol su içmek ve sıvı almak
*Bebeği bol bol emzirmek

Deneyebileceğiniz diğer kürler:
http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetayArsiv&ArticleID=1029579&AuthorID=201&b=Anne%20sutunu%20artirici%20kurler&a=Prof.Dr.%20İbrahim%20Adnan%20Saraçoğlu&ver=99

19 Şubat 2009 Perşembe

KANTARON YAĞININ FAYDALARI

Kantaron yağını uzun zamandır kullanıyoruz.Eski, yeni farketmez yaralarda, bir yere çarptığınızda oluşan kızarıklık ve morluklarda, kaşıntılarda, sırt ve bel ağrılarında, yanıklarda çok kullandık.Kısa sürede iyileştirdiğini gördük.
Eren geceleri ağlayarak uyandığında, susturamadığımızda karnına kaç kez sürdük ılıcık yapıp işe yaradı.Poposu biraz kızardığında sürdük hemen iyileştirdi.
Daha birçok yararı olan bir yağ.Hücre yenileyici özelliği var.
Kantaron yağının elde edildiği sarı kantaron bitkisi çay olarak da kullanılıyor. Basında okumuştum:Kimyasallardan oluşan kanseri önlüyormuş.(Egzos gazı, yanmış et, sigara dumanı gibi)Sarı kantaronun diğer bir adı da kılıçotu.Binbirdelik otu da deniyormuş.
Depresyona iyi geldiği zaten biliniyor.

Kaynak:Bir Yudum Sağlık
Niyazi Eröztürk

18 Şubat 2009 Çarşamba

DİŞ HEDİĞİ


Eren bugün dokuzuncu ayına girdi, aynı gün üst dişini de çıkardı. Biz de diş hediği yaptık.

Tema' nın organik buğdayından yaptık, sanırım yerli tohum. Çok lezzetliydi. Eren üç tek dişiyle yiyemese de annesi O' nun yerine de yedi.

Diş hediği çocukların ilk dişi çıktığında yapılır, tanıdıklar çağrılır birlikte yenir; Çocuğa da ufak hediyeler alınır.Bazıları başından biraz döküyormuş, ipe dizip boynuna falan asıyorlarmış. Etrafına makas, tarak, kitap gibi şeyler koyup hangisini alırsa o mesleği seçeceği düşünülürmüş. Çocuğun ilk dişini kutlamak için, ya da bu olaya anlam katmak için hoş birşey.

16 Şubat 2009 Pazartesi

PAZARTESİ SENDROMU


Hafta sonunu annesiyle mutlu, mesut geçiren Eren pazartesi günü ayrılık acısı yaşadı sanki. Hiçbir şeyi doğru dürüst yediremedim. Mızmızlanıyor, ağzını kilitliyor yemek istemiyor hatta uyumak da istemiyor. Baktım olmayacak annesinin sağıp, ihtiyaç olduğunda içer diye buzluğa attığı sütlerden birini çıkarıp ılıttım; içti.

Sütü içti ama uyumaya direniyor, mem mem diye meme arıyor. Hey Allahım bu alışkanlık nasıl bir şey böyle; büyük küçük farketmiyor hep alıştığımızı istiyoruz. Gerçi elde edemeyince yeni duruma uyum sağlıyoruz ama acılı, sancılı oluyor geçiş her zaman.

Dışarda kullanmak üzere alınan bebek arabası evde o kadar işimize yaradı ki: Aylardır evde uyuturken, yedirirken, oturtup önüne oyuncak koyarak hep kullandık, çok da rahat ettik.

Bugün de arabasına oturttum dolaştırıyorum evin içinde belki uyur diye; normal uyku saati geçeli iki saat olmuş nerdeyse. Biraz sonra baktım mızmızları hafifledi, hareketleri de öyle. Yavaşça baktım gözlerini kapatmış , daha doğrusu dayanamadığından kapanmış yine hafif mızmız sesler çıkarıyor. Arabayı düz konuma getirip yatırayım dedim hala direniyor, oturduğu yerde başı düşmüş uyuyor; yine de söylenmeye devam ediyor.

İçim acıdı.Kucağıma aldım, başını omuzuma yatırdım, biraz da böyle gezindikten sonra söylenmesi kesildi, uykunun dayanılmaz çekiciliğine kendini bıraktı.

15 Şubat 2009 Pazar

ORGANİK PAZARA GEZİ


Eğirdir'deki Sivri Dağı

Bugün pazar, Antalya' da kurulan organik pazara gidilecek.
Sabahleyin erkenden kalktık. Oysa çalışanlar için pazarları uykuya doyma günü, biraz da zamanı keyifle kullanma günüdür. Ama Eren'in annesi bugünü heyecanla bekliyordu kaç gündür. En uykusuz olan O' dur, çünkü gece boyunca Eren in her ağlamasında sürekli kalkıp meme veren O' dur. Üstelik havanın da pek güzel olmayacağını bildiği halde bu geziyi en çok isteyen de O' dur.
Aslında biz de heyecanlıyız. Unuttuğumuz tatların peşindeyiz. Sağlığa zararlı, tatsız, lezzetsiz tohumları yapay ürünlerden gına geldi. Yeni yeni ulaşabildiğimiz bu ürünlerde eski tatları biraz da olsa bulabiliyoruz.


Yağış yok ama hava somurtkan, kaç gündür savurup duran rüzgar durmuş. Yola koyulduk.Eğirdir' den Isparta' ya gidilecek, yarım saat orası çekiyor; Isparta' dan Antalya da bir buçuk saat. Dağlar azametli yükseliyor gökyüzüne başlarına karlar yağmış, beyaz örtüyle yeşil ağaçlar hoş bir esinti gönderiyor tepelerden hepimize.



Eren de mutlu. Etrafı seyrediyor, sadece seyretmiyor da inceliyor gibi çevreyi.



Antalya yolundaki Karacaören Baraj Gölü


Bulutlu somurtkan hava Antalya' ya yaklaştıkça açılmaya ara ara güneş kendini göstermeye başladı. İyi ki gelmişiz dedik, günlerdir kapalı, rüzgarlı, soğuk hava hepimizi sıkmış olacak ki Antalya' nın güneşli açık ferah havası hepimizi mutlandırdı bir anda.
Organik pazar Cam piramit' in bahçesinde. Güzel geniş bir bahçesi var. Pazarda en ilginç ürün benim için ' sumak' tı. Sumak Antep'de kaynatılarak ekşisi yapılan bir bitki. Bu ekşi salatalara, dolmaya falan konur. Demek hala yaşıyormuş bu bitki diye sevindim.

Pazardaki satıcılarla sohbet ede ede alışverişimizi yaptık.
Akşam beş gibi dönüşe geçtik. Antalya' dan çıktıktan bir müddet sonra hava bozdu; beklenen yağış akşama kalmış, günü bize hediye etmişti.
Kar tipiye dönerken eve geldik.

13 Şubat 2009 Cuma

SEVGİ






'Seni Seviyorum' denilen suyun kristali






Oturduğu yerde oyuncaklarıyla oynuyor.Öteden birşeyler söyleyip konuşuyorum.

Sanki gizlice gülümsüyor, gözleriyle gözlerimi buluşturup bekliyor.Sözcüklerle sevmeye devam ediyorum.Hoşuna gidiyor, ellerini, ayaklarını çırparak yanıtlıyor.



Sevildiğini biliyor, anlıyor.

Kim bilmez ki ?

Kim anlamaz ki ?

Hangi canlı ?

Bitkilere güzel sözler söyleyip sevdiğinizde büyümeleri farkediyor. Su moleküllerinin fotoğrafını çekmedi mi Japon bilim adamı Masaru Emoto. Güzel sözler söyleyince muhteşem şekiller oluşturuyor da, olumsuz sözlerde ise sanki küsüyor, bozuk şekiller oluşturuyor.

İnsanın vücudunun dörtte üçü su olduğuna göre bir güzel söz, bir tatlı bakış, hoşlandığımız bir müzik, severek okuduğumuz bir kitap hepside yukardaki su kristali gibi güzel çiçekler açtırıyordur içimizde.
Sonrada yüzümüzde bir gülümseme oluşuyor Eren deki gibi

ORGANİK ÜRÜNLER




Bugün Değirmen' den ürünlerimiz geldi. Değirmen organik ürünler yetiştiren bir çiftlik.Kuşadası' na 15-20 dakika uzaklıkta. Davutlar ' a 10 dakika falan. Yazın o bölgede olduğum için çiftliğe gidip alıyorum.Kışlık mekana dönünce koli ile getirtiyoruz.Her yöne koli gönderiyorlar. Kargo ücreti de yok,sadece ürün parası ödeniyor.Ürünler de aracısız alındığı için pahalı değil. İlaç kalıntısı var mı, hormonlu mu demeden içimiz rahat yiyoruz ve Eren' e yediriyoruz.

12 Şubat 2009 Perşembe

' ANITSAL ANLATIM '

İnternette aylar önce herkesin birbirine ilettiği aşağıdaki yazıyı okumuş olabilirsiniz. İlk torunumla okuduğumuzda , bilgisayardan çıktısını alıp duvara asmıştık.Yazı şöyle:

' Düşünün ki her sabah hesabınıza 86.400 birim kredi veren bir bankanız var.Ama bir günden ötekine hiç bakiye devretmiyor.Tutarı ne olursa olsun, kullanmadığınız bakiye miktarı her akşam iptal ediliyor. Böyle bir durumda ne yapardınız?Tabii ki son kuruşuna kadar çekerdiniz!

Aslında hepimizin böyle bir bankası var. Adı zaman.

Her sabah iyi şeylere yatırım yapmadığınız kısmını silip, hesabınıza zarar kaydediyor.Hiç devretmiyor.Kredi miktarından bir kuruş fazla kullandırmıyor.Her gün size yeni bir hesap açıyor.Her akşam günün bakiyesini yakıyor.Eğer günlük depozitonuzu kullanmadıysanız, bu zarar sizindir.Geriye dönüş yok.Yarından avans çekmek yok.Bugünü, bugünkü depozitonuzu yaşamalısınız.Ona yatırım yapın ki, size sağlık, mutluluk ve başarı olarak geri dönsün...

Bir senenin değerini anlayabilmek için, sınıfta kalan öğrenciye sorun.

Bir ayın değerini anlayabilmek için, prematüre bir bebeği dünyaya getiren anneye sorun.

Bir haftanın değerini anlayabilmek için , haftalık derginin editörüne sorun.

Bir dakikanın değerini anlayabilmek için, treni henüz kaçırmış bir kişiye sorun.

Bir saniyenin değerini anlıyabilmek için, bir kazayı kıl payı atlatmış bir kişiye sorun.

Sahip olduğunuz her anı değerlendirin.Daha fazla değer verin, çünkü onu çok özel biriyle, zamanını harcamaya değecek kadar özel biriyle paylaştınız.Şunu unutmayın ki zaman hiç kimseyi beklemez.Dün artık mazi oldu.Yarın ise belirsiz.Bugün ise avuçlarımızın içinde bize sunulmuş bir armağandır.'

DİŞ SIKINTISI


Bugün hiç keyfi yoktu Eren'in. Herhalde diş sıkıntısı. Üst dişleri iyice kabarmış. Bazen bir durgunluk geliyor üstüne, bazen mızırdamalar başlıyor. Oyuncaklarıyla oynayıp, biraz oyalanıyordu.Bugün hiç oynamadı. Hep kucaktaydık.
'Yaşamak güzel şey be kardeşim ' demiş ya şair, yaşamak aynı zamanda zor be kardeşim.

11 Şubat 2009 Çarşamba

DOĞUM GÜNÜM



Bugün altmış yılı geride bıraktım.Yıllar su gibi akıp gitmiş.İçinde neler saklayarak.Ama en çok da öğrenerek.Yaşam durmadan dersler vererek öğretiyor.Bir daha birşeye yarayıp yarayamıyacağı bilinmeden.
Geçen yıllarda büyük kızım ve torunumla beraber oluyorduk,küçük kızım uzaktaydı.Bu yıl onlar uzakta,küçük kızımla beraberiz.
Çocuklar sürpriz yapmış.Mum üfledim,pasta kestim,kendimi alkışladım.
Yeni yılımda yapacak çok şeyim var.Heyecanlıyım bu yüzden.

MÜZİK VE ÇOCUK

Mamasını yedirirken ya da oyuncaklarıyla oynarken müzik dinliyoruz.Artık farkediyor.Müziğin sesini duyunca işini gücünü bırakıp desem doğru olur,çünkü oyuncaklarıyla oynamayı bırakıp kulağını müziğe veriyor kısa bir süre,sonra işine devam.
Radyo 3 dinliyoruz daha çok.
Klasik müzikle tanıştığımda ellili yaşlardaydım.İlk torunumun keman eğitimi almaya başladığı yıllara denk geliyor. O keman çalmayı ilerlettikçe, ben de dinleye dinleye; arada bir de konserlere giderek bu müziği tanımaya ve sevmeye başladım.
Çocuklar büyürken birçok şey öğreniyor ya insan, torunlardan da öğreniliyor görüldüğü gibi.
İlk torunum altılı yaşlarda bu müzikle tanıştı,Eren anne karnında dinlemeye başladı;anneleri gençliklerinde, ben ellili yaşlarda.
Ama ben yine de türkülerimizi daha çok severim.

YAPMAK VE YAPMAMAK

Birkaç gün önce bir sohbet anında annesi: 'Anne' dedi, 'O'nun yapabileceği hiçbir şeyi yapmayacağım.'

Düşündüm.

Bunu ne çok yapmıştım.

Bugün oyuncaklarıyla oynarken onu seyrettim. Yere kalın ve yumuşak örtüler serip oturtuyorum, önüne de oyuncaklarını koyuyorum. Biraz oyalanıyor artık.Alıyor atıyor,yeniden alıyor yine atıyor,ara ara ağzına alıp kemirmeye çalışıyor.Sonra sağa sola fırlatıyor.Bu kez de attıklarını almak için hamleler yapıyor.Önce alacağı oyuncağı belirliyor,sonra tüm gücünü toplayarak bir hamle yapıyor,olmadı uzanıp,düşüp falan almaya çalışıyor.

İleriye attığı bir oyuncağı almak için uğraşırken kolay alsın diye elimi uzattım ki, önüne iteyim.O anda annesinin söylediği sözler aklıma düştü: 'Anne O'nun yapabileceği hiçbir şeyi yapmayacağım.'

Elimi geri çektim.
Bu kez yapmayacağım. Artık öğrendim.

9 Şubat 2009 Pazartesi

İZİN DÖNÜŞÜ


Eren annesiyle beş gün geçirdi,tabii annesi de onunla.Sabah sekizden ,süt iznini kullanmadığı günlerde nerdeyse akşam saat yediye kadar ayrılar. Süt çocuğu için uzun bir süre.Hele işe başladığı ilk günler ne kadar zordu.Bu kez de meme emiyor ama meme yanında değil.Biberonun ağzı anne memesi gibi emdikçe süt geliyor,memeyi bırakmaz derken,gün boyunca sürekli biberonla beslendiğinden yeniden memeyi tutmama durumları çıkmıştı ortaya da ,kaşıkla yedirmeye başlamıştım sütünü.Ne feryatlar etmişti memeyi almamak için.
Bugün ise annesi beş günlük izin bitimi işe yeniden dönünce akşama kadar hep meme aradı,çok zor uyudu ve hemen uyandı.
Akşam yemeğinde ilk balığını yedi.İstavrit ızgara yapmıştık.Bıraz ezip ağzına verdik.Kolaylıkla yutmadı tabii püre gibi ama uğraştı bir süre.
Biraz daha bekleyeceğiz anlaşılan.

KABIZLIĞI NASIL HALLETTİK


Beşinci aydan sonra doktor demir verdi.Demiri verdikten birkaç gün sonra bağırsakları da demir gibi oldu.Hergün normal kakasınını yapan çocuk kakasını yapamıyordu. Bekliyoruz birgün,iki gün,üç gün kaka maka yok.Dördüncü gün de yok.Beşinci gün kazık gibi birşeyler çıkardı dakikalarca ıkınarak.Doktor demiş zaten kabızlık yapar diye.Bir müddet daha demiri vermeye devam ettik; yine aynı dört beş günde bir ancak yapıyor.Doktora soruldu, fitil koyun demiş.Artık fitille boşaltıyoruz bağırsaklarını. Demiri kestik.

Bekliyoruz ki hemen işler düzelecek,normal seyrine dönecek.Yine bekliyoruz birgün, iki gün yine birşey yok.Ikınmalar devam ediyor parmak kadar birşey ancak çıkıyor.Doktor bir şurup vermiş bu kez de sabah akşam içiriyoruz, aslında pek içirmek de istemiyoruz.Bir faydası da olmadı.Onu da kestik.

Doğal yollardan gıda ile bu işi halletmeye çalıştık.Çorbasına zeytinyağı koyduk olmadı.Ara ara bir çay kaşığı ağzına verdik zeytinyağını,olmadı. Avokado verdik,olmadı. Mercimek çorbası yapıp yedirdik. Kuru kayısıyı haşlayıp suyunu içirdik, püresini verdik.Yine de sonuç alamadık. İnternetten araştırıyoruz,deniyoruz, yine normale dönmüyor.

Cam elma rendesinde armut rendeleyip vermeye başladık günde bir dilim kadar.Artık tüm yaptıklarımız ancak sonuç verdi de armuda mı denk geldi, ya da gerçekten işi armut mu çözdü bilemiyoruz ama çoçuk günde dört beş kez yaparak iki gün boyunca bağırsaklarını ancak boşalttı.

Atalar boşuna dememiş: Dünyanın tadı yeyip içmek... gerisini biliyorsunuz.
Çocuk rahatladı, biz de.

8 Şubat 2009 Pazar

MEMEYLE OYUN





Eren şimdi 8. ayında. Annesinin kucağında meme emiyor. Eliyle bir memeyi tutuyor, bir annesinin giysilerini çekiştiriyor. Ayaklarını durmadan sevinçle çırpıyor. Memeyi iki emip bir bırakıyor, çevresine gülücükler atıyor. Bu anları yaşamak için verilen çabaları anımsamayacak:
Hastanede doğduğundan itibaren memeyi tutturma uğraşlarımız sonuç vermiyordu. İki de bir hemşirelere koşturuyor 'Memeyi tutmuyor, ne yapacağız?diye soruyorumdum.Cevap: 'Memeyi tutturun.' Sabah kontrollerini yapan çocuk doktorlarına söylüyoruz: 'Memeyi tutmuyor'. Cevap: 'Memeyi tutturun.' Bizim istediğimiz ne ki? Emmiyor. Çabalıyoruz, emmiyor. Annesi çay kaşığına memesinden süt sağıyor, ben ağzını memeye dayamaya çalışıyorum, ağzının yanından sütü akıtıyoruz. Nafile çabalar. Emdiremiyoruz. 'Hüzünlü bir telaş' havada dolaşıyordu.


Üçüncü gün hastaneden ayrılırken yanımızda bir kutu da mama vardı.Çabalar evde de devam etti. Annesi emzirmek istiyor, anne sütünden yoksun büyüsün istemiyor. Üzgün.
Bir sabah tebrik için telefonla arayan bir arkadaşı, kendi deneyimini anlatıyor: 'Yeni biberonların ağzı anne memesi gibi, emdikçe süt geliyor. Memeyi hiç tutmama olasılığı yok.Sağma makinesiyle sağın,biberonla içirin.' Bir koşu sağma makinesi ve biberon alınıyor, aynen uyguluyoruz. Aynı zamanda sık sık annesinin memesine yatırıp, memeyi annenin çığlıklarına aldırmadan sıkıp sütü ağzına sağıp emdirmeye çalışmaya da devam ediyoruz.
13. günde annesi çabalarının sonucunu alıyor: Eren memeyi tutuyor, emiyor.
Aylar geçtikçe oynayarak, memeyle dans ederek emiyor.
' Büyüme sırası' nı yaşıyor.

EVDE YAPTIĞIMIZ OYUNCAKLAR

Oyuncaklarla oynamaya başladığından beri annesiyle kafa yoruyoruz ne yapalım diye eline aldığını ağzına götürüyor,sallayıp sallayıp başına gözüne çarpıyor.Böyle olmayacak yumuşak oyuncaklar gerekli . Öyle bir iştahla ağzına götürüyor ki oyuncağın boyası falan varsa hepsini emiyor sanki. Baktık alınan oyuncakların hepsi nerdeyse Çin yapımı. Boyası,kumaşı nedir ne değildir birçok haber çıkıyor basında.Annesi hepsini attı. Kırık bohçasını açtık,çeşitli hayvan kalıpları bulduk, dikiş kutusunu yanımıza aldık bir iki paket de ehven pamuk. Üç aylık kadardı O'na mama yedirdiğimiz kaselerin üstündeki desenleri farkederek agular çıkardığı oluyordu. Allı,dallı şeyler ilgisini çekiyor elini uzatıyordu.
Şimdi üstümüzdeki giysilerden, çevresindeki eşyalara kadar herşeyi incelerken yine renkli desenler, allı pullu şeyler için kendini feda edercesine atılıyor ya , biz de el kadar çeşitli biçimlerde yastıklar yaptık: kare, uzun, çapraz vs.Bir de balık. Balık bizce çok güzel oldu hepsinden de daha çok emek verdik. Bunu daha çok sevecek en çok buna atılacak dedik.

Ama yüzüne bile bakmadı. Bu yaşta birkez daha öğrendim ki senin beğendiğini çocuğun ve torunun beğenecek diye birşey yoktur. Ama ben ne yaptım: Birgün diğer oyuncakları kaldırdım önüne yalnız balığı koydum.Baktı baktı kuyruğundan tutup ağzına götürüp, fırlatıp attı. Rengini mi beğenmedi acaba? Yoksa şaşı gözlerini mi?

YAŞAMIN İLK ANLARI

Yaşamın ilk anlarına hep başkaları tanık olur: Çevremizdekiler. Biz de Eren'in çevresindekiler heyecanla ağzını açmasını, esnemesini, ağlamasını sanki yaşamımızda hiç böyle birşey görmemişiz gibi bakıyor, izliyorduk. İnsan doğar doğmaz besin arıyor. Ağzını açarak, başını oynatarak aranıyor.Ama meme yok , anne odaya daha gelmedi , sezeryande böyleymiş. Hemen hemen iki saat geç geldi bebekten. Aranıyor, ağlıyor elimizden birşey gelmiyor; hemşireler birşey demiyor, anne gelince meme verecek. Bekliyoruz, Eren'i susturmaya çalışıyoruz, durmadan saate bakıyoruz, beş dakika bile çok uzun geçiyor. Yine hesaplıyamadığım uzun geçen bir süre. Bilmiyorum çünkü. Anne bağıra, çağıra doğum yapar, son çığlıklarına bebeğin ilk ağıtları karışır ve tüm acılar o an unutulur. Yaşama güdüsü her zamanki gibi harekete geçer ve bebek memeye yapışır. Ben bunu biliyorum. Uzun da sürse zaman geçti, anne geldi odaya, hemen Eren'i kucaklayıp annenin üstüne yatırdık meme emdirmeye çalışıyoruz:Çünkü anne oturamıyor ve yan dönemiyor.Bu doğaya aykırı birşey anne sırt üstü yatacak, bebek de üstüne yatıp meme emecek. O anlar hem Eren için, hem bizim için hem güzel, hem zordu.
Zaten yaşam da böyle birşey değil miydi?

DOĞDUĞU GÜNDEN BUGÜNE




Ben bir anneanneyim,ikinci torunumu büyütüyorum.Bir insanın yaşamının ilklerine tanık olmak deneyimim var; İki çocuk büyüttüm, bir de torun. Deneyimlerime yenileri eklenecek, yeni güzellikler yaşanacak, yeni heyecanlar... O günün heyecanı yedi ay geride kaldı ama hala anımsadıkça aynı duygular yeniden sarıyor beni. .Sanırım en çok ben heyecanlıydım ya da bana öyle geldi. Herkes hazırlığını yaptı, benim hazırlığım ise artık fotograf makinemi elime alıp günü çokca belgelemekti. Hastaneye girişten başladım çekmeye ...Anne doğuma alındı, daha doğrusu sezaryene. Beklemek uzun ... Sabah günün hızlı geçeceğini düşünürken bu süreci unutmuşum, günün en uzun geçen bölümü doğum süresiydi ve söylenenden uzun sürüyor gibi geldi bana . İkide bir beklediğimiz bölümdeki hemşireye soruyorduk. Nihayet bebek geliyor dendi ; İşte o an yaşamın döngüsü bir kez daha gerçekleşiyordu .Çocuklarımın ve ilk torunumun sevgisine bir sevgi daha ekleniyordu. Yeni bir başlangıç, yeni bir can, yeni bir heyecandı. Doğuş her zaman aydınlığı getirirdi, ışık saçardı ,o ışık her zaman çevreye yayılırdı.
O ışık bu kez sevgiydi.
Sevgi verecek,sevgi görecektik.