21 Ekim 2010 Perşembe

VEDA

Veda sözcüğü her zaman hüzünlüdür.
Ama o anın geldiğini hissettim.
Eren'le durumumuzda yeni birşeyler yok.
Günler sıradanlaştı.

Blogu açtığımdan beri bizi okuyan, takip eden herkese teşekkürler.

5 Ekim 2010 Salı

YUMURTA VE PEKMEZ BAŞARIYI ARTIRIYOR

FİGEN ATALAY'ın yazısı:

Çocukların okulda başarılı olmaları için güne kahvaltı ile başlamaları şart.Yeterli ve dengeli bir kahvaltıda dikkat edimesi gereken en önemli nokta ise yumurta ve pekmezin mümkün olduğunca sık tüketilmesi.Uzmanlara göre her iki besin de çocuklarda sıkça görülen ve öğrenme bozukluklarına yol açan demir eksikliğine karşı birebir.
........

Acıbadem Kadıköy Hastanesi' nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Şengül Sangu Talak, çocukların besin öğelerini yeterli almadıkları takdirde büyüme geriliği ve mental gelişim gecikmesi gibi ciddi sorunlarla karşılaştıkları uyarısında bulunarak, "Hafif düzeyde beslenme yetersizliği kolaylıkla farkedilmiyor ancak çoğunlukla öğrenme bozuklukları ile sonuçlanıyor.Örneğin daha çok yetersiz besin seçimi ve öğün atlama gibi nedenlerle oluşan demir eksikliği de davranışlarda ve performansta düşüşün yanı sıra konsantrasyon bozukluklarına yol açıyor.Bunun için çocuklara mümkün olduğunca sık yumurta ve pekmez yedirmek gerekiyor." diyor.

Şengül Sangu Talak'tan çocuklara kahvaltı önerileri

"Çocuğunuzun her gün bir yumurta yemesini sağlayın.Çünkü yumurta yüzde yüz emilebilen en kaliteli protein kaynağı ve kan yapıyor.Ayrıca sürülebilen çikolata,bal,reçel gibi tatlılar yerine kan yapan ve kemiklerin gelişimini sağlayan kalsiyumdan zengin pekmezi tercih edin. Kahvaltılara az miktarda domates,salatalık ile maydanoz gibi vitamin ve posa içeren sebzeler ekleyerek çocuğunuzun iştahının açılmasını ve bağırsaklarının çalışmasını sağlayabilirsiniz. Kahvaltıda sadece ve sürekli mısır gevreğiyle süt tüketimi belki pratik olsa da, sakıncalı. Bu nedenle karışımı kuru meyve, ceviz, fındık, badem gibi kuru yemiş ve taze meyvelerle daha besleyici ve lezzetli hale getirmeye çalışın. Kahvaltının yanında çay içilmesi demir emilimini engelliyor, ayrıca çok fazla kaynatılması da besin değerini düşürüyor. Bu yüzden mümkün olduğunca çocuğunuza çay içirmeyin."

Kaynak:Cumhuriyet Gazetesi

24 Eylül 2010 Cuma

YAPILAN İŞİ BİTİRME VE TOPLAMA

Çocuklara düzenli olmayı öğretme çalışmaları iki yaşından sonra başlıyormuş. biz daha önceleri de bu konu üzerinde duruyorduk. Oyuncaklarını toplatmayı, kitaplarını raflara dizdirmeyi gösteriyorduk beraber toplayarak ama pek bir sonuç alamıyorduk. İki yaşından sonra daha çok üstünde durmaya başladık bu davranışların. Ama bizimki bir topluyor, iki dağıtıyordu. Daha doğrusu önce topluyor sonra hepsini birden yeniden dağıtıyordu. Üstelik arada bir eline ne geçerse oraya buraya fırlatıyor, toplama çalışmalarına da yanaşmıyordu. O zaman zorlamanın alemi yok diye boşveriyor, belki önümüzdeki günlerde alışır diyerek biz topluyorduk. Bizim toplamamızı gördükçe öğrenir, alışır diye düşünüyorduk. Ama yanlış düşündüğümüz öğrendiğimiz bir bilgiyle ortaya çıktı: Çocuğun yaptığı işi mutlaka bitirmesi gerektiği yoksa büyüyünce yaptığı işleri de yarım bırakabileceğini öğrendik. Bu çok önemli bir bilgiydi. Kitap okuduğumuzda sonuna kadar dinliyor ama kitapları yerine koymaya gelince aldırmıyordu. Öğretmeye çalışıyorduk ama bir yerde boşverdiğimiz oluyordu. Şimdi artık boşvermek yok. Oynadığı oyunu bitince yemek yemeye mi gideceğiz ortada ne varsa "Bunları toplayalım, yemek yemeye gideceğiz." gibi söylemlerle işi sonlandırmaya çalışıyoruz. Sokağa mı çıkacağız ne yapıyorsak acele de olsa bitirip toplayıp çıkıyoruz. Belki biraz daha büyüdüğünden, belki de kararlı duruşumuzdan olacak sonuç almaya başladık gibi. İtiraz etmeden toplama çalışmasına katılıyor, yerlerine koyuyor.

Bu davranışı biz söylemeden ne zaman kendiliğinden yapar onu şimdi bilmiyorum ama, bazı şeyleri öğretmek için sayısız tekrarlar yapmak gerekiyor da, bazen bir kez yapılan bir davranış belleğe yerleşiyor, ömür boyu insanın kişiliğini etkiliyebiliyor.

31 Ağustos 2010 Salı

EREN'İN HALLERİ


Bugün sabahleyin yine erkenden uyanmış Eren. Eline kitaplarından birini almış dolaşıyor odaları. Çok acıkmamış herhalde, yoksa mutfağa gidip ekmek aramaya başlardı. Zaten epeydir fazla birşey yediği yok. Vejeteryan takılıyor aylardır. Et,tavuk, balık, yumurta ağzına koymak bir yana, yakınında bile görmek istemiyor.Sebze de yok. Kala kala tahıl ile baklagiller kalıyor. Onları da zaman zaman yedirebiliyoruz, her zaman değil. Sürekli Eren'e bugün ne yedireceğiz düşüncesi ortalarda dolaşıyor. Meyveyi seviyor neyse ki. Yemediği tüm besinlerin açığını yediği birkaç meyve kapatır mı bilmiyoruz. Zaman zaman gözlerinin altı kızarıyor.Alerjik mi, yoksa bu kadar az çeşit içinden yediği birşey mi buna neden oluyor anlayamadık.Yarın doktordan randevu alıp götüreceğiz.Yine gözlerinin altı iki gündür fena. Hali de yok gibi.

Aşırı sıcaklar gidince buranın iklimi de normal seyrine döndü. Yaz başında havalar bir türlü ısınmadı diye şikayet ediyordum. Artık içerlerden sıkılmıştık ve balkonda açık havada vakit geçirmek istiyorduk.Eren için de daha rahat olur diye düşünüyordum.Oysa balkondaki tehlikeleri hesaba katmamışım. Balkonda sürekli koşturuyor, yerler ıslaksa kazara aman Allahım. Balkon demirleri ayrı bir stres.İlk zamanlar birinci demire basıp uzanıyordu, artık bir üst demirlere de tırmanmaya başladı. Sonra bahçede oynayan çocukları gördükçe sürekli sokağa çıkmak istiyor,gözü başka birşey görmüyor. Artık içeri dönmek istiyorum, balkon kapılarını kapatmak istiyorum.

İstiyorum da evde günü nasıl geçireceğiz bakalım...

20 Ağustos 2010 Cuma

ÇOCUKLARA SIRA DIŞI HİKAYELER

FİGEN ATALAY' IN yazısı:

Türkiye'de kitap okuma oranı yalnızca yüzde 4,5. Bu oranı artırmak anne-babaların elinde. Çünkü kitap okuma sevgisi küçük yaşta kazanılıyor. Çocuğunuzun seve isteye kitap okuması için bebeklikten itibaren uğraşmanız gerekiyor. Kitap almaya birlikte gidin. Kitap seçerken çocuğunuzun da isteklerini dikkate alın. Bırakın uzun uzun incelesin kitapları, sabır gösterin. Birlikte okuma zamanları yaratın, evrensel ve sıra dışı hikayeler okuyun.
Davranış Bilimleri Enstitüsü(DBE) Çocuk ve Genç Psikolojik Danışmanlık Merkezi psikologları, okumanın ve çocuklara "okuyan rol modeller" olarak gözükmenin, onlarda heves uyandıracağına dikkat çekiyorlar. Ancak, okuma işinin çocuğa ayırdığınız zamanı kısıtlaması ve kitabın arada bir engel oluşturması durumunda tam tersi bir etki yapabileceğini aklınızdan çıkarmamanız gerekiyor. Büyüklerin, evde televizyon ve bilgisayarı, çocuğun yatma saatinden sonraya bırakmaları gerektiğini vurgulayan DBE uzmanları, "Kitapların nasıl kaleme alındığı kadar nasıl resimlendirildiği de çok önemlidir. Çocuklar, kelimelerden önce resimleri okumayı öğrenirler. 'Nitelikli' bir şekilde kaleme alınmış bir kitap özenle resimlenmemişse hak ettiği ilgiyi göremiyebilir." diyorlar. Davranış Bilimleri Enstitüsü uzmanlarına göre, iyi ve kötü ayrımının yer aldığı kitaplar; çocukların kendi doğrularını seçebilmelerine fırsat yarattıkları için yararlı ve çocuklar, başka kültürlerde ortaya çıkan kitapları da okurlarsa evrensel bir bakış kazanırlar. Sıra dışı, çocuğu kalıpların dışına taşıyacak ve yaratıcılığını kışkırtacak hikayeler seçilirse çocuğun hayata bakış yelpazesi genişler. Kitabın dilinin de akıcı ve anlaşılır olması, Türkçenin iyi kullanılmış olmasına dikkat edilmesi gerekiyor. Kitapların mutlaka bir ders vermek ya da yeni bir bilgi edindirmek gibi bir görevi yok. Kitap, sadece çocuğu eğlendirmek, keyifli zaman geçirmesini sağlamak için de seçilebilir. Çocuk kitabının "nasıl olması gerektiği " hakkında konuşurken "öğretici" yanını abartmamak gerekir.

Kitap Nasıl Seçilmeli?

0-3 yaş çocuğuna:Tanıdık nesnelerin olduğu, parlak renkli, kısa ama ahenkli cümlelerden oluşmuş, az kelimeli ve bu kelimelere ait resimleri olan, bol resimli uzun süre elinde kalacağı için kaliteli malzemeden yapılmış, kolay yıpranmayacak, ellerinin boyutuna uygun;
3-5 yaş çocuğuna:Masallar,bildik hikayeler içeren, tanıdık durumların anlatıldığı, nesneleri sınıflandırabileceği, iyi resmedilmiş,hayal gücünü harekete geçiren,ayrıntılı resimleri olan kitaplar;
5-8 yaş çocuğuna:Güçlü hikayeleri olan, karakterleri güçlü, sadece iyi-doğru değil, kötü-yanlış karakterleri de içeren, içinde yabancı ve bilinmedik kelimeler olmayan, gerçek hikayelerden alıntılar içeren, yeni bilgiler öğreten, detaylı resimleri olan, okumayı yeni öğrenenler için uzun olmayan ve küçük yazılarla yazılmamış, ilgi alanına giren konular içeren kitaplar;
8-12 yaş çocuğuna:Çocuğun karakter ve zevkine uygun, sadece mesaj kaygısı taşımayan, beyin fırtınası yapabileceği, kendisinin seçeceği kitaplar alabiliriz.

Kaynak:Cumhuriyet Gazetesi

7 Ağustos 2010 Cumartesi

YAZ GÜNLERİ






Sıcakların etkisini fazlaca gösterdiği günlerdeyiz. Kapı , pencere ne varsa her taraf açık. Daha doğrusu evin ne tarafında açılacak bir pencere ya da kapı varsa açmak gerektiği günlerdeyiz. Bu durumda Eren' e de oynayacak şeyler çıkıyor. Eli değdiğinde tüm gücüyle açıp kapattığı fırın kapağını, ya da buzdolabı kapısını bırakıp, çıkılacak pencerelere çıkmaya, yoksa camlarını açıp açıp kapatmaya başlıyor. Bu açıp kapatmalardan bize gına geldi ama O ilk günkü heyecanla, büyük bir çoşkuyla bulduğu kapıları, pencereleri açıp kapatmaya bayılıyor. Öyle yavaşça açıp kapatsa razıyız. Tüm gücünü toplayıp bir çarpışı var ki ... Bunlar engellenirse balkonda koşturmaya başlıyor. Geçenlerde koştururken bir düştü, neyseki gözünün altına gelmiş balkonun çıkıntısı da gözüne birşey olmadı. Gözünün altında yumruk yemiş gibi oluşan morluklar daha yeni geçti. Velhasıl her taraf tehlike. Balkona sandalye koyup oturmak da tehlike. Bir anlık unutkanlık sonucu O'nu sandalyenin üstüne tünemiş buluyoruz.
Evin içindeki bu açıp-kapamalardan, çarpıp durmalardan biraz uzaklaşıp enerjisini dışarda harcaması için uygun saatlerde dışarı çıkıyoruz bazen.

Ya göl kenarına gidiyoruz.

Ya zıp zıp zıplamaya.


Ya da komşunun bahçesinden kayısı toplamaya.



Bu sıcak yaz günleri de böyle geçiyor.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

HAZIR GIDAYA DİKKAT

ÇOCUKLARI UZAK TUTUN

Özellikle çalışan annelerin kurtarıcısı olan hazır gıdalar, çocuklarda allerjiden kaşıntıya, karın ağrısından ishale pek çok hastalığa neden olabiliyor.
Anneleri uyaran çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanları, bebeklikte anne sütüne eşdeğer sunulan hazır sütlerle çocukluk çağında da bisküvi, çikolata, şekerleme ve papates cipsi gibi gıdalardan uzak durulmasını istiyor.

Kontrol şart

Hisar Intercontinantel Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr.Fazlı Yılmazer, katkı maddeli gıdaların çocuklarda kontrolsüz ve bilinçsiz kullanılmasının en sık görülen yan etkisinin allerji olduğunu vurguluyor.
Hassas kişilerde besin katkı maddelerinin kaşıntı, kurdeşen, alerjik nezle, deri döküntüleri, baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı ve ishale yol açtığını belirten Yılmazer anneleri şöyle uyarıyor:

"En ideal doğal beslenme olan anne sütünü asgari altı ay tek başına olmak şartıyla 2 yaşına kadar vermeye gayret göstermeliyiz."

Kaynak:Cumhuriyet Gazetesi
25.Temmuz.Pazar

14 Temmuz 2010 Çarşamba

YASMİN LEVY VE EREN

Birgün Yasmin Levy'nin CDsini dinliyorduk. Biraz sonra farkettik ki Eren koşturmuyor, bir yerlere tırmanmaya çalışmıyor, dolapların kapağını açıp bize bakarak çarpmıyor; ya da istediği birşeyleri O'na vermemiz için mızır mızır dolaşmıyor. Ne yapıyor bu çocuk diye dikkat edince ancak o zaman anladık ki: Eren Yasmin Levy'i dinliyor. Hiçbir şeyle ilgilenmeden, oturarak, uzanarak, sessizce dinliyor. Tamamiyle kendini vererek sanki o yabancı dili biliyor, ne söylediğini anlıyor gibi dinliyor. Şaşırdık epeyce. O'na müziği hep dinlettik. Önceleri daha çok Mozart dinletiyorduk. Büyüdükçe her türlü kaliteli yerli ve yabancı sanatçıları dinletmeye başladık. Aralarında sevdiği parçalar olduğunu belli ediyor, takip ediyor onlar çalmaya başladığında tempo tutuyor elleriyle orkestra yönetir gibi hareketler yapıyordu. Sonra kendi oyunlarına dönüyordu.Fakat bu başka birşey. CD'yi sonuna kadar ilgiyle dinliyor. Çocuk şarkıları CD'si çalarken de en çok Ali Baba'nın Çiftliği , Küçük Kurbağa, Mini Mini Bir Kuş gibi şarkıları ilgiyle dinlerken, diğerlerini öylesine dinliyor havası veriyor. Çünkü küçüklüğünde bu şarkıları annesi O'na hep söylüyordu.
Bir zaman sonra ortaya şöyle bir durum çıktı: Eren'in isteklerine karşılık veremediğimiz, bunaldığımız, yorulduğumuz anlarda "Yasmin Levy zamanı geldi" deyip düğmeye basıyoruz. İşte o zaman Eren bir anda taşkınlıklarını bırakıp dinleme moduna geçiyor.

Biz de her seferinde şaşırıp duruyoruz.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

SUYLA OYNAMA

Artık balkonda daha çok zaman geçirmeye başladık. Önceleri bütün toplarını balkona taşıyor, onlarla epeyce bir oynuyordu.Artık o da pek ilgisini çekmez oldu,Topları bir bir balkondan aşağı atmaya başladı. Topları atıyor, sonrada balkondan uzanıp almak istiyordu. Balkondan değilde kapıdan gidip bahçeden topları almaya başlayınca, bu kez bahçeye inmek için sürekli atıp, sonra kapıya koşup bahçeye gitme yolunu öğrendi. Hava sıcak, güneş etkili bunu da Eren'e anlatamayınca ilgisini çekerek oynayacağı yeni bir şey düşünduk. Suyla oynama. Zaten suyla oynamaya bayılıyor. Ancak her tarafı ıslanacak, balkonda rüzgar eksik olmaz genelde, dolayısıyla herhangi bir üşütme durumu olmasın diye aktivite önlüğü alındı ve de çizmeler. Kovayı suyla doldurup balkona koydum. Uzunca bir süre keyifle oynadı. Pek mutlu oldu.

24 Haziran 2010 Perşembe

" HAYIR DÖNEMİ "

Bu aralar Eren'e sürekli "Dur, yapma, elleme" gibi sözcükleri çok kullanmaya başladık. Artık elinin ermediği bir yer kalmadı gibi. Uzanamadığı yerlere de ayağının altına yakınında bulduğu tencere, kutu, karpuz, top ne bulursa koyup basarak uzanmaya çalıştığından, haliyle feryatlarımız bitmiyor. Üstelik ne desek tersini yapmaya çalışıyor. O kadar istediği sokağa çıkarken bile, "Hadi Eren giyinelim de gidelim" dediğimizde; hiç ilgilenmediği oyuncaklarıyla veya ilgisiz birşeylerle oynamaya başlıyor. Biz de sürekli "Hadi Eren, hadi Eren" deyip duruyoruz. İşte tam da bu sırada Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin'in kitaplarıyla tanıştık. İlaç gibi geldi içinde bulunduğumuz duruma. Şöyle bir öneri var kitapların birinde: Bu yaşlarda çocuk herşeye hayır der, yemek yemez, bezini değiştirtmez, otur dersin oturmaz, kalk dersin kalkmaz gibi. Bu durumlarda " yap" yerine "yapma" denildiğinde çocuk tersini yapacağından sizin aslında istediğinizi yapacaktır. İki tarafın da istediği olacak, inatlaşma, ısrar etme ortadan kalkacaktır.
Hemen bunu denemeye başladık. Bir yere gideceğiz, oyalanıyor, gelmiyor. Üstünü giydiremiyoruz. "Pantolonunu giyme" diye başlıyoruz. Sakince. İşe yarıyor. Pantalonunu alıp geliyor. Gün boyunca her şeye tam olarak uygulayamasak da, (zaten uygulanması sanırım sağlıklı olmaz) genelde işe yaradı. Biraz rahatladık. Sıkıştık mı tersini söylüyoruz, yatmak istemiyor mu, "Yatma , tamam yatma " diyoruz. Önce şaşırıyor, bunlar ne demek istiyorlar der gibi bize bakıyor, biraz sonra elimizden tutarak yatmaya gitmek istiyor.
İşte 3. yaşımıza böyle başladık...

18 Haziran 2010 Cuma

İKİNCİ YAŞIMIZ DOLDU


17 Haziran' da Eren ikinci yaşını bitirdi. Geçen bir yıl içinde, ele avuca sığmayan, çoğunlukla ne yapacağımızı ve nasıl davranacağımızı bilemediğimiz anlar yaşatan bir afacan oldu. Bir ara, basından seçmelerde, yarım saat içinde annelerin çocuklara sayısız kere "yapma, dur, elleme, etme" dediklerini aktarmıştım. Şu dönemlerde sürekli o durumdayız. Hiçbir şey doğal olarak uzun süre dikkatini çekmiyor. Sürekli yeni şeyler bulup, yeni oyunlar, yeni faaliyetler yaratmak zorundayız. Artık tam bir oyun çocuğu. Onu görmeye gelen kuzenini de çileden çıkarttı. Sakıncalı ne varsa, elleri orada. Allahtan akşam üzerileri biraz sokağa çıkıyoruz, orada koşturup duruyor da, biraz enerjisini boşaltıyor. Artık onu sevmek için yanına gelen çocuklara bile vurmaya başladı. Bazen önümüzdeki yıllarda nasıl baş edeceğimi düşünüyorum. Herhalde üç yaşında kreşe gitmeye başlar da, yaşıtlarıyla bol bol oynar.

Tüm bu afacanlıklarına karşın, çok da şirin, sevimli, mıncırılası bir çocuk. Hareketsiz ve durgun bir çocuk olsa nasıl olurdu bilmiyorum ama yine de bu halini isterdik sanırım.

Sevgi, sağlık ve güzellik dolu, istediğince bir yaşamın olsun Eren.
Doğum günün kutlu olsun.

15 Haziran 2010 Salı

ÇOCUK VE ÖĞRENME

Bugün Eren’le tahta bloklarla oynuyorduk. Bu bloklar alındığından beri ona çeşitli şekiller yapması için örnekler gösteriyorduk. Tabii her gösterdiğimizi hemen yapacak diye bir şey yok. En çok üst üste koyarak kuleler yapmasını seviyor. Daha çok da o şekilde oynuyordu. Her seferinde kuleler yapıyor, daha çok tahtayı üst üste koymaya çalışıyor en tepesine de bir çatı konduruyordu. Gösterdiğimiz diğer şekilleri hemen eliyle itip bozuyor, istemiyordu. Bu böyle bir süre devam etti. Herhalde başka hiçbir şekil yapmayacak bu çocuk hep böyle oynayacak bu tahtalarla diye düşünüyorduk. Ama geçen gün bizi şaşırttı. Uzun zaman önce gösterdiğimiz şekilleri yapmaya başladı. Epeydir bu şekilleri birlikte yapmamıştık; istemiyor, hele bir müddet böyle gitsin biraz daha büyüsün diyorduk. Bir anda o şekilleri yapmaya çalışınca ben de yine birçok çağrışımlar bir biri ardına kafamda dolaşmaya başladı. Beyin her şeyi kaydediyor, zamanı geldiğinde ortaya çıkarıyordu. Bu yalnız böyle şekillerde olsa iyi. Doğduğumuzdan itibaren yaşamımıza giren, bire bir yaşadığımız ya da tanık olduğumuz olaylar, davranışlar. Çevremizdeki insanların onca farklı, iyi kötü davranışları. Bunları her varlık nasıl algılayıp, nasıl kaydediyor beynine. Büyüdüğümüzde bizde hangi davranışların oluşmasına neden oluyorlar veya olmuyorlar. Üstünde hiç durmadığımız, hatta önemsiz gördüğümüz sıradan olaylar, davranışlar çocukların üstünde nasıl bir etki bırakıyor? Bunun sonucunu yıllar sonra görüyor ve şaşırıyoruz.
Nerden nereye geldim. Yani hiçbir davranış çocuk tarafından boşverilmiyor. Kaydediliyor. İşte durum ortada.

7 Haziran 2010 Pazartesi

İKİ YAŞ DURUMLARI

Birkaç gündür Eren' e birşeyler oldu. Düzenimiz iyice şaştı. Öğle saatlerinde hergün , güzelce yemeğini yiyip uyuyan çocuk gitti. Sabah aynı saatlerde kalkmasına karşın öğleyin uyku saati gelince şaşırıyor. Yatmamak için elinden geleni yapıyor. Uykusu var, sürünüyor ama yine de yatağına götürünce birden canlanıyor, güzel bir uykudan dinlenerek yeni kalkmış gibi oyuna başlıyor. Kendini yatakta ordan oraya atarak oyun yapmak istiyor. Evde enerjisini boşaltamıyor belli. Biraz bu sürüyor baktım olmayacak zorlamanın anlamı yok, uyutmaktan vazgeçip yeniden oynamaya gidiyoruz. Saatler geçiyor bazen yere yatıp sızacak oluyor, sonra yine kalkıp dolanmaya başlıyor. En az normal uyuduğu saatten iki saat geçince ya koltuğun kenarında, ya dizimde sızıp kalıyor. Hatta geçen gün akşamın beş buçuğuna kadar uyumadı. Yemek yemesinde de sorunlar var.Herşeye burun kıvırır oldu.Makarna, pilavla yaşıyor sadece bu günlerde. İki yaşını doldurmaya günler kaldı, acaba uykuları azalıyor mu diye düşünüyorum ama, daha çok erken bunun için. Yoksa iki yaş sendromu denilen şeyler mi başladı. Bir de geçen hafta annesi 4 gün iş gezisindeydi. Bu olay ondan sonra ortaya çıktı. Neden bu mu bilemiyorum. Ama şimdilik düzenimiz bozuldu.
Neler oluyor Eren, bir söylesen?
Yoksa iki yaş durumları mı bunlar? Hı?

1 Haziran 2010 Salı

KEÇİBOYNUZLU ISLAK KEK


Keçiboynuzu tozuyla yapılmış bir keki yıllar önce Ankara' da bir kafede yemiştik. Daha sonra Ayrancı semtinde köylerden getirilen doğal ürünleri satan bir dükkan açıldı. O dükkanda da çekilip un haline getirilmiş keçiboynuzu satılıyordu. Biz de oradan alıp kakao yerine bu tozu kullanarak kek yapmış ve tadını çok sevmiştik. Kaç yıl oldu anımsamıyoruz, biz bu keki yapmamışız ve bu tadı unutmuşuz. Geçen gün bir kitabı karıştırken keçiboynuzunun faydalarına rasladık, dolayısiyle de aklımıza düştü. Evdeki keçiboynuzlarından birkaç tanesini önce havanda küçük parçalara böldük, sonra kahve değirmeninde un haline getirdik. Kakao yerine kullanarak ıslak kek yaptık.

Keçiboynuzu tozu kakao kullandığımız her yerde kakaonun yerini alabilirmiş. Keçiboynuzunda protein, B vitamini, kalsiyum, potasyum, mağnezyum, demir, manganez, krom, bakır varmiş.Faydalı olduğunu biliyordum ama, bu kadarını bilmiyordum.

Tadında bir çekicilik var.Sürekli yemek istiyor insan. Çocuklar içinde oldukça faydalı bir besin sayılabilir içindeki vitaminlere bakılırsa.

Malzemeler:

3 veya 4 yumurta

1 su bardağı şeker (Biz az tatlı sevdiğimiz için yarım bardaktan biraz fazla koyduk)

4-5 yemek kaşığı keçiboynuzu tozu (isteğe göre azaltılıp-çoğaltılabilir)

1 su bardağı sıvı yağ

1 su bardağı süt

2 su bardağı un ( Tam buğday unu koyunca daha lezzetli oluyor)

1 paket vanilya istenirse

1 paket kabartma tozu


Yapılışı:

Şeker,süt,yağ,keçiboynuzu tozu, vanilya karıştırılır.Bir su bardağı kadar ayrılır.Yumurtalar çırpılarak ilave edilir.Un ve kabartma tozu katılır. Kek kalıbına koyarak fırında pişirilir.Pişince ayrılan sıvı, kek sıcakken üzerine dökülür.Kek sıvıyı çekipte soğuyunca istenilen şekillerde kesilir.

25 Mayıs 2010 Salı

EVDE YOKTUK

Klasik deyimle günler su gibi akıp geçti bu günlerde. Yine bir Ankara gezimiz oldu. Eren koltuğuna alışıp rahat oturunca, biz de stressiz bir yolculuk yapmış olduk. Hatta dönüş yolculuğunda rekor kırdı tam 4,5 saat hiç kalkmadan koltuğunda oturdu. Bu süre içinde iki kez kısa da olsa uyudu. Molasız eve geldik.

Ankara' da bir gün Beypazarı, bir gün Kızılcahamam derken bir haftanın nasıl geçtiğini anlamadık.Beypazarı zaten ünlü bir ilçe, evleri, doğası, havucu, ilçeye özgü yemekleriyle oldukça ilgi çekiyor.İnözü vadisinde doğanın içinde çok güzel yemek yenecek yerler var. Tesadüf o gün Beypazarı'nın pazarıymış. Biraz dolaştık. Pazarda satılan tezgahlardaki tüm ürünler sanki fabrikasyon üretim gibi aynıydı. Hiç bir köylünün önünde doğal bir ürün göremedim. Tüm pazarı dolaşamadık gerçi ama gördüğümüz kadarıyla böyleydi.


Kızılcahamam ise kaplıcalarıyla ünlü. Biz günübirlik gittiğimizden, üstelik hışım gibi bir sağanak yağmura yakalandığımızdan sadece Soğuksu milli parkını gezip döndük.

Bu gezilerde Eren'e doğayı sevdirmeye çalıştık. Ağaçları, çiçekleri gösterip anlattık. Kuşları gösterdik. Kuşlarla ilgilendi ama ağaç ve çiçeklere pek ilgi göstermedi. Hayvanlara ilgisi daha fazla. Teyzesinin kedisi Jüpiter'le pek yakınlaşıp koklaştılar bu kez. Önceki görüşmelerinde Eren kovalıyor, Jüpiter kaçıyordu. Onlar da alıştı birbirlerine.

Eve dönünce sakin, sıradan günlerimiz yeniden başladı Eren'le.

Sabah kahvaltı. Sonra çeşitli oyunlar, kitap okumalar, öğle yemeği,uyku saati derken akşam oluyor. Akşam üzeri sokağa çıkarıyoruz biraz, ama eve geri getirmemiz olay oluyor ve gün böylece doluyor.

Bugün birazcık yağmur yağdı Eğirdir' e. Bir ara pencereden dışarı bakarken gökyüzünde harika bir gökkuşağının çıktığını gördüm. Hemen fotoğraf makinemi kaptım, birkaç poz çektim. Göl ve gökyüzünde gökkuşağı harika bir görüntüydü gerçekten. Benimle birlikte balkona fırlayan Eren'e birkaç poz çekeceğim diye gökkuşağını gösterip anlatmayı unuttuğumu çok sonra farkettim.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

KOLTUĞA ALIŞIYORUZ GALİBA

Havalar birdenbire ısındı. Epeydir Eren'in traş olması gerekiyor, ama olamıyor. Çünkü traş olmak için kımıldamadan oturmak gerekiyor; o da Eren için mümkün olmuyor. Kimbilir berber nasıl traş ettiğini bilmiyordur, O'nun feryatlarını ve çırpınışlarını tahmin ediyoruz. Önlük bile taktırmamış, tüm giysileri kıl dolu. Yine de yaz traşı yapılmış oldu.

Bu pazar günü bir Antalya kaçamağı yaptık. Bakalım Eren arabadaki koltuğunda ne kadar oturacak, bir değişim var mı , deneyelim dedik; Antalya'da deniz mevsimi açılmıştır, belki denize gireriz, olmazsa kumsalda otururuz, Eren de oynar diye düşündük. Arabaya binmeden karar alındı: Ne yaparsa yapsın, istediği kadar çığlık atsın O' nu oyalamaya çalışmayacağız. Herkes normal davranışını sürdürecek. Zaten daha önceki O'nu oyalama deneyimlerimiz hiçbir işe yaramamıştı. Ancak biz hayli yorulmuştuk. Yine de tüm kıyameti koparmasına rağmen; bazen yetti artık indirelim koltuktan diye düşünceler kafamızda uçuşmasına rağmen, koltuğundan yol bitene kadar almamıştık. Bu yolculukta o direncimizin karşılığını aldık sayılır. Daha arabaya binerken itirazları başlayan Eren bu kez hiç sesini çıkarmadı, güzel güzel oturdu, görebildiği kadar çevresindeki arabalara baktı, hatta kendince şarkılar bile söyledi. Hiç sesimizi çıkarmadık, aman ne güzel oturuyor falan diyeceğiz, diyemiyoruz. Her an durumun değişme riski var çünkü. İçimizden sevinerek, dışımızdan susarak Antalya' ya sorunsuz bir şekilde vardık. Dönüşte de aynı şekilde hiç sorun yaşamadık. Arabadan indirirken güzel güzel oturduğu için mutlu olduğumuzu O'na belli ettik.


Antalya çok sıcaktı, kumsaldan on beş- yirmi metre berisi yanarken kumsala inildiğinde hatırı sayılır bir rüzgar vardı. Deniz suyu da soğuktu bizim için. Denize girenler daha çok yabancılardı.

Eren' i zor tuttuk, illa denize gireceğim diyor. Biraz kumsalda oynadı ama gözü denizde kaldı.

30 Nisan 2010 Cuma

İLK ÇOCUK BAYRAMI



23 Nisan' da Ankara' daydık. Yola çıkmadan önce bizi yine kaygılar aldı. Arabayla mı gitsek, otobüsle mi ? Arabayla gitsek az çok yaşayacaklarımızı tahmin ediyoruz ve bunu göze alabilir miyiz diye konuşuyoruz. Koltuğuna oturtunca zincire vurulmuş gibi kıyametleri kopartıyor nerdeyse kucağımıza alacağız, bu kez de bir daha koltuğuna oturtamıyacağız. Hayır bunu göze alamıyoruz, otobüsle gidilecek. Sanki otobüsle çok mu rahat gidiyoruz. O da ayrı bir olay...

Ankara' ya gittiğimiz günün ertesi 23 Nisan' dı. O gün bayrama götüremedik ama ertesi gün Kuğulu parka götürdük. Eren orada farkında olmasa da ilk çocuk bayramını yaşadı. Park çocuklarla doluydu.Hepsinin elinde balonlar, simitler... Kuğulara bakıyorlar, güvercinlere simit atıyorlar, balon uçuruyorlar, yaşıtlarıyla tanışıp oynuyorlar.


Eren kendi balonunu uçurdu, bu kez çevredeki çocukların balonlarına koşturmaya başladı. Her gördüğü balonu ortak mülkiyet sanıp almaya çalışıyor. Bizim olmadığını, onların balonu olduğunu söylüyoruz. Şimdilik anlamıyor. Biraz balonlarla koşturuyor, biraz güvercinleri kovalıyor. Biraz sonra da elinde simit gördüğü bir çocuğun yanına gidip simidini istiyor. Onlar verince de almak için düşünüyor mu, nazlanıyor mu belli değil. Bakalım ne yapacak, nasıl davranacak diye bekliyoruz biz de, karışmıyoruz.
Biraz da kaydıraktan kaydırdıktan sonra parktan ayrılıyoruz.


Simit sarayı denilen yerlerden birine girip Eren' e simit ziyafeti çekiyoruz. Böylece henüz hiç yemediği simitin de tadını almış oluyor.
Tunalı da gezerken akşam üzeri bir genç bulunduğumuz çevrede gitarını açıp çalmaya başlıyor. Eren' in dikkatini çekiyor, biraz seyrediyor ve dinliyor.
O'nun için hareketli geçen bu günün sonunda eve giderken takside uyuyor.

21 Nisan 2010 Çarşamba

EREN'İN KİTAPLARI



Eren' i kitapla tanıştırmamız kaç aylıkken başladı, anımsamıyorum. Kitabın kokusu, ekmek kokusu gibi ona tat versin, yaşamında olmassa olmaz olsun istiyoruz. Biz istiyoruz da O ne denli bunu benimseyecek bilmiyoruz. İyi bir okur olur mu, hangi kitapları tercih eder onu da bilmiyoruz.

Nerdeyse daha bebekliğinden beri kitapların resimlerini gösterip anlatıyoruz, uyuturken ya da uygun zamanlarda masal kitapları okuyoruz. Artık kitaplarının içinden istediğini seçip getiriyor, okumamızı istiyor, ya da içindeki renkleri söylüyoruz, şekilleri anlatıyoruz, hayvanları tanıtıyoruz. Gün içinde bu döngü ara ara devam ediyor. Şimdilik kitapları benimsemiş gözüküyor, her ne kadar bazılarını alıp fırlatsa da, okumamızı istemese de sevdiği kitapları belirlemiş. Durmadan onları bulup getirdiği oluyor okutmak için.
Kitapların raflarda durduğu zaman sadece Eren uyuduğunda oluyor. Bir bakıyoruz hepsini alıp alıp fırlatmaya başlıyor, toplamak içinse hiç zahmet etmiyor. Düzeni öğrenmesi için iki yaşını doldurmasını bekliyoruz. Öyleymiş. Çocuklara iki yaşından sonra eşyalarını toplama, düzenleme gibi davranışlar öğretiliyormuş. Vallahi bizimki şimdilik bunu hiç yapmayacakmış gibi gözüküyor. Oyuncaklarını bir fırlatışı var, bir mutlu oluyor bunu yaparken, o zaman acaba toplamayı, düzenli tutmayı öğrenebilecek mi diye bir soru havada asılı bekliyor.

14 Nisan 2010 Çarşamba

SOYALI ÇÖREK


Bazı günler Eren' e ne yedireceğimizi bilemiyoruz. Çok seçici davranıyor.Her sebzeyi yemiyor, et türü hiçbir şey yemiyor. Ama pasta oldu mu itiraz etmiyor. Geçenlerde lor ile kurabiye yapmıştık. Yumuşak olmuştu hem de lezzetliydi. Ama tatlı olduğu için rahat yediremiyorduk. İki yaşına kadar şekerli ve tuzlu şeyler fazla önerilmiyor ya. Daha önce soyalı kek yapmıştık pekmezle. Onu da çok seviyor. Bir de soya fasulyesi ile tuzlu birşey yapabilir miyiz diye konuşurken, lor ile yaptığımız kurabiyeyi tuzluya çevirebilir miyiz diye düşündük ve denedik. Güzel oldu, herkes sevdi. Lor yerine haşlanıp püre yapılan soya fasulyesi koyduk, şeker yerine de bir parça tuz attık. Yapılışı da basit ve malzemeler de çok değil. Soya fasulyesi alırken dikkat etmeli, genetiği değiştirilmiş soya olmasın aman.
Soya proteini çok kaliteliymiş. Mineral ve vitamin bakımından da oldukça zengin. Kalsiyum, fosfor, demir, bakır, manganez, potasyum gibi minareller ve A,B1,B2,C,D,E ve K vitaminleri varmış. Bu yüzden yemek aralarında Eren'in eline vermek için iyi bir alternatif oldu.

Malzemeler şöyle:

Bir bardak soya püresi ( Soya fasulyesi haşlanıp püre yapılacak. Biraz iri de olabilir)
2 bardak tam buğday unu
2 yumurta
1/4 su bardağı zeytinyağı
1 çay kaşığı karbonat
Bir tatlı kaşığı tuz
Biraz susam

Yapılışı:

Bir yumurtanın beyazını bir kaseye ayırıp, sarısını diğer yumurta ile birlikte bir kaba koyun.Zeytinyağını ilave edip biraz karıştırın.Soyayı ilave edip karıştırın.Una karbonatı karıştırıp ilave edin. Cevizden büyük parçalar alarak yuvarlayın, önce yumurta akına, sonra susama batırarak tepsiye koyun.180 derecede ısıtılmış fırında altı hafif kızarana kadar pişirin.

6 Nisan 2010 Salı

ÇOCUĞU YÖNLENDİRME


Buralarda hiç bitmeyen soğuk rüzgarların biraz hafiflemesiyle bugün Eren'i göl kenarına götürdük. Eğirdir gölü büyük bir göl. Türkiye' nin ikinci büyük tatlısu gölüymüş. Yedi renkli göl de deniyor. Gün boyunca sürekli renk değiştiriyor, hele bir turkuaz renge bürünüyor ki görmeye değer. Kıyılarında yazın göle giriliyor. Şimdilerde piknik yapmaya başlamış insanlar. Biz de sadece gezinti niyetiyle gittik. Eren rahatça koştursun çimenlerde diye. Gezdi, koşturdu, yerden taşlar alıp fırlattı. Sonra da yorulup kaldırım kenarındaki taşlara oturdu. Bu arada biz de yaptığımız bazı davranışların yanlışlığını gördük:

Eren yerden taş alıp atıyordu. Alırken ve atarken bizden onay almaya çalışıyordu. Hiç düşünmeden " hadi al " veya " atabilirsin" gibi onaylama sözcüklerini kullandığımızı farkettik. Daha şimdiden ne yapıp yapmayacağına biz karar veriyoruz gibi bir durum oluşuyordu. Bunu farkedince bize sorduğunda hiç ses çıkarmadık. Bir müddet sonra kendi kendine alıp atmaya başladı. Bu durum o kadar önemsiz, sıradan bir şey gibi görünse de zamanla başka başka olaylarda da yaşandığında pekişecek, belki de karar alma davranışını etkileyecek diye düşündük. Bu O' nun her davranışına sınırsız karışmama anlamına gelmiyordu tabii. Kendine ya da birşeylere zarar verecek bir durum oluşacaksa elbette anlatılarak müdahele edilecekti.
Eve geldiğimizde TV8'de Doğan Cüceloğlu'nun 'İnsan İnsana' adlı programı vardı, onu izledik. Her hafta pazar günleri saat 10.45'de başlıyor. Çok güzel konular işliyor. Bugün de çocuğa verilecek eğitimin ve sevginin ne kadar önemli olduğu üzerine konuştular. Çocuğa nasihat etmenin hiçbir fayda sağlamadığı, dur-yapma-etme gibi söylemlerin işe yaramadığı ama sabırla verilen sevginin hep olumlu sonuçlar verdiği üzerine sohbet ettiler.. (www.dogancuceloglu.net'den geçmiş programları izleyebilirsiniz.)
Bu değerli insanları dinlemek bize hem keyif veriyor, hem bilgi veriyor ya da bilgilerimizi pekiştiriyor.

Eren için artık her davranışın ve sözün daha çok önem taşıdığı günler geldi. Bu mutlaka bebekliğinden beri önemliydi, ama şimdi daha da çok özen göstermemiz gerektiğini böyle programları her dinleyişimizde ya da eğitimle ilgili her kitabi okuyuşumuzda anlıyoruz.

Şimdi düşünüyorum: Çocuk yetiştirmek ne kadar bilgelik istiyor ve bunu çoğu anne ne kadar geç anlıyor benim gibi.

30 Mart 2010 Salı

KİTAPLAR

Bir kaç gündür Doğan Cüceloğlu' nun ' Keşke ' siz Bir Yaşam için İletişim adlı kitabını okuyorum. Aslında bir günde bile okunabilecek bir kitap. Ama Eren uyuyana kadar okumak mümkün değil. Elimden kitabı alıp kendi kitabını getiriyor ve onu okumamı istiyor. Bu günlerde Sincap Sini nin Kurabiyeleri kitabına takmış durumda. Onca kitabının içinden onu bulup okumamızı istiyor. O yüzden kitap birkaç gündür elimde dolaşıyor. Dili açık ve akıcı. İlgiyle okunuyor, elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Herkesin faydalanabileceği ve kendinden birşeyler bulabileceği bir kitap. Hele çocuk büyütenlerin mutlaka okuması gerekir diye düşünüyorum. Herkes için iletişimin önemini, bilhassa çocuk büyütürken nasıl davranıldığı ve nasıl davranılması gerektiği konularında verdiği örnekler çarpıcı. Ve samimi bir dili var aynı zamanda. Samimi çünkü bilgisini ve yüreğini insanlara açmış. Ne güzel etmiş, insanlarda yararlanıyorlar böylece. Yararlanan insanlara ne mutlu diyorum kendimce. Bir başucu kitabı. Diğer kitaplarını da alıp okumalı ne kadar geç kalmış olsam da kendimce.
Kitaptan örnekler vermek isterdim ama izinsiz alıntı yapılamıyormuş.

Başka kitaplar da var evde. Zaman zaman okuyup kendimizi eğitmeye çalışıyoruz ki çocuğa faydalı olalım, doğru davranalım.

Yararlandığımız kitaplar:

Ana-Baba ve Çocuk- Haluk Yavuzer

Anne-Baba Olma Sanatı- İlkim Öz Tan

Akıllı Bebekler Akademisi - Dr.M.Semih Summak
Dr.A.Elçin Gören Summak

Çocuklarla İletişim - Adele Faber
Elaıne Mazlısh

Montessori Eğitimiyle ilgili kitaplar

Çocuğunuzun İlk 6 Yılı - Haluk Yavuzer

21 Mart 2010 Pazar

EREN ALIŞVERİŞTE


Dün alışverişe gittik. Eren'i de beraber götürdük. Ama bu alışveriş tam bir maceraya dönüştü. Eren için mi, bizim için mi onu tam bilemiyorum. Belki hepimiz için. Arabada koltuğuna oturtuyoruz ama kısa bir süre dayanıyor. Kemerleri elinden gelse koparıp atacak. Alın beni buradan diye feryatlar koparacak bu sözcüklerle cümleler kurabilse.Koltuğun ters olması da bunda etkili sanırım. Daha emniyetli diye yönü arkaya bakan koltuk alındı ama, oturunca arkadan gelen arabaları görüyor sadece sanırım arkada araba falan olmayınca sürekli bir boşluğa bakar gibi oluyor. İlgilenecek birşey bulamıyor. Birimiz ne kadar hayal gücünü zorlayıp yeni oyunlar bulsa da sonucu değiştirmiyor. Koltuğa oturmak istemiyor. Ama geçenlerde yaptığımız Ankara yolculuğunda rekoru var: Bir buçuk saat şikayet etmeden oturabilmişti. Dün ise Isparta' ya giderken ve de dönerken yarım saati nasıl geçireceğimizi bilemedik. Bir ara mama sandalyesine de 'zinhar oturmam' davranışları sergilemişti. Aylar sonra birgün hele bir oturtturalım demiştik de hiç itiraz etmeden oturmuştu ki, hala oturuyor ve hoşuna da gidiyor sanki. Belki bir gün bu ters koltuğu da sevebilir, kimbilir.
Öyle böyle markete geldik. Market arabasına da oturmaz. Etrafta kurcalanacak onca şey varken oturur mu?
Alışverişi O'mu yaptı, biz mi anlayamadık. Raflarda ne bulduysa sepete dolduruyor, elinizi çekin sepetten dercesine elimizi sepetten ittiriyor, kendi sürmeye kalkıyor. Hele top raflarını görünce kendini kaybediyor, tüm toplar yerde, hangisiyle oynayacağını bilemiyor. Hiçbirinden de vazgeçmek istemiyor.
Aceleyle ne alınacaksa alınıp, marketten kaçarcasına çıktık.

Bu Eren' le gidilen her alışverişte her daim yaşanan sıradan bir olay olsa da yine de içinde bir macerayı barındırıyor her iki taraf için de. Bize öyle görünüyor.

14 Mart 2010 Pazar

BASINDAN SEÇMELER

Farkında mısınız?

SADIK ÇELİK

Onkolog Uz. Dr. Yavuz Dizdar 3 Mart ve 10 Mart 2010 tarihlerinde Dünya gazetesindeki köşesinden soruyor; “Sütler ve yoğurtlar neden bozulmuyor, bunlar dayanıklı beyaz eşya mı yoksa bozulmaya karşı efsunlular mı?” diye. Herkes dikkat etmiştir, son yıllarda satın aldığımız kutu sütler ve yoğurtlar buzdolabında bir ay kalsa dahi ekşimiyor, ancak günler sonra ekşiyerek değil küflenerek bozuluyor. Eskiden satın aldığımız yoğurtlar 3-4 gün içerisinde tüketilmezse ekşir, tadı değişirdi. Şimdilerde marketlerden satın aldığımız yoğurtların ve kutu sütlerin içerisindeki bakteriler, UHT teknolojisi kullanılarak yok edildiğinden, içerisinde bakteri bulunmayan sütler ve yoğurtlar ekşime yapmıyor, hatta günlerce bozulmadan saklanabiliyor.

Ancak, pastörizasyon yapılan yani hızla ısıtılıp soğutulan süt ürünlerindeki sağlığa zararlı bakteriler ortadan kaybolurken sağlığa yararı olanlar da yok oluyor. Uzmanlar, sütün içerisindeki bazı bakterilerin hastalık yapmadığını, birçok hastalığı önlediğini ve sütün kesilmesini ve ekşimesini sağladığını söylüyorlar. Hatta bu bakterilerin, sağlıklı sütün bir çeşit sigortası olduğunu da belirtiyorlar. Bu durumda, aslında süt çok faydalı bir içecekken pastörizasyon, UHT gibi işlemler sonrası zararlı bir ürün haline geliyor. Prof. Dr. Ahmet Aydın bu zararları 2 şekilde açıklıyor;

1- Teknolojinin elini değdirdiği süt ve süt ürünleri, yapılan işlemler sonucu doğal enzimlerini ve proteinlerini kaybederken sindirilemez hale geliyor. Sütün sindirimini sağlayan laktaz ve lipaz aktif enzimleri pastörizasyon ve UHT gibi işlemler sonrası canlılığını yitiriyor ve yetişkin mideler tarafından gerektiği kadar sindirilemiyor.

2- Enzim eksikliği ve hayati öneme sahip proteinlerin değişmesi, sütteki kalsiyumu ve mineral elementlerini eritiyor.

Konuyla ilgili 1930’lu yıllarda Dr. Francis M. Pottenger’in 900 kedi üzerinde 10 yıl süreyle yaptığı araştırmaya göre, çiğ süt içen bir grup kedi, sağlıklı olarak büyürken, pastörize sütle beslenen grup bir süre sonra durgun, sersem ve normalde insanlarla ilişkilendirilen kalp krizi, böbrek yetmezliği, tiroit bozukluğu, solunum rahatsızlıkları, diş kaybı, kemik zayıflığı gibi kronik yozlaştırıcı rahatsızlıklara karşı savunmasız hale geldi.

Görüldüğü gibi doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış süt, insan ömrünü değil yalnızca raf ömrünü uzatıyor.

Kutu süt ve süt ürünlerinin aylarca bozulmaması, uzun ömürlü olması pastörizasyon işlemleri ve UHT teknolojisinden mi yoksa ambalajlamalarından mı ya da inekleri yayılım için hiç meralara çıkarmadan ahır ortamında hazır yemlerle, antibiyotik kullanarak büyütülüp beslenmesinden mi kaynaklanıyor bilemiyoruz ancak bildiğimiz bir şey var ki, kaymak bağlamayan, ekşimeyen, kesmeyen sütler ve yoğurtlar doğal değildir. Ayrıca homojenizasyon sırasında süte 2 ton civarında bir basınç uygulanıyor ve süt proteinlerinin moleküler yapısı büyük ölçüde değişiyor. Moleküler yapısı değişmiş proteinlerin ise immün sistemini aşırı uyararak bazı hastalıklara sebebiyet verdiği de bilinmektedir.

Yoğurt ve süte benzer bir başka örnek de açıkta bırakılan margarinlerde görülmektedir. Yapılan bir araştırma margarinlerin günlerce bozulmadığını, acımadığını hatta karınca ve sineklerin bu margarine yaklaşmadığını gösterdi. Bu ilginç araştırma, acaba margarinlerin içerisinde ne tür bir katkı maddesi var, yoksa bunlar da mı efsunlu, diye düşündürüyor. Margarinlerin üzerinde transyağ yoktur, kalp dostudur gibi doğruluğu margarin üreticilerince kanıtlanmış, tüketicilerin sorgulamadan inandığı ibarelerin yer almasına artık söz söylemiyoruz fakat margarinlerin gözle görülen, şahit olunan bu durumuna ne diyeceğiz?

Teknolojinin elinin değdiği sütlerin ve süt ürünlerinin her ne kadar zararları bilinse de sağlığa olan yararlarından ötürü süt ve süt ürünlerinin tüketimi tüm dünyada artmaktadır. Yaşamsal aminoasitleri içeren yüksek değerli süt proteini, yaşamsal yağ asitlerini içeren süt yağı, birçok mineral madde, süt şekeri ve birçok vitamini ile süt, temel gıda maddesi olarak kabul edildiğinden kutu sütlerin raf ömrünü uzatmak için yapılan çalışmalarda aşırıya kaçılmamalı, süt ve süt ürünleri doğal özelliklerini kaybetmemelidir.

Kaynak:Cumhuriyet Gazetesi

4 Mart 2010 Perşembe

ÇAY KEYFİ

Eren'i mama sandalyesine kaç aydır oturtamıyoruz. Oyunla falan oturttuk bir zaman, ama hemen kalkmak istiyor bu sefer de. Sıkılıyor herhalde. Biz de vazgeçmiştik artık. Kucağımıza alıp yediriyoruz. Yine kucağımda öğle yemeğini yediriyordum bugün. Birkaç kaşık yedi. Bir kaşık daha uzatırken baktım ağzı dolu dudakları büzülmüş ve kapalı öyle duruyor. Aaa gözleri de kapalı. Aman Eren uyumuş. Ağzında yemek öylece uyumuş. Yemekten sonra zaten uyku saatiydi, uyutacaktım ama bunu beklemiyordum doğrusu. İki gündür hafif kırgınlık vardı üstünde. Ondandır diyorum kendi kendime ama, ağzı yemek dolu..Yavaşça seslenerek su vermeye çalıştım, bardağı dudaklarına değdirince ağzındakini çiğnemeye başladı ardından da biraz su verince ağzı boşaldı, ben de rahatladım.

Onu yatağına yatırınca hemen kendime bir çay koydum. Eren uyuyunca çay keyfi yapmanın zamanı. Kitap ya da gazete okuyarak değil, sadece çayı içtiğini hissederek içmek. Çayın keyfine varmak. Birşey okurken içtiğim zaman çay bitmiş ben farkında değilim. Tadını alamıyorum. Bu arada televizyonu da açıyorum. Eren uyanıkken pek açmıyoruz çünkü. Televizyonda izlediğim birşey de yok aslında ama çayımı içerken, kısa bir süre kanallar arasında öylesine dolaşmak hoşuma gidiyor. Sonra Eren uyumaya devam ediyorsa gazetemi okurum, olmadı internete girerim ya da mutfağa.

Eren uyuyunca, uyanana kadar şunu da yaparım, bunu da yaparım diye planlar yaparım kafamda ama o süre hemencecik geçiverir. İşte ağlıyor,uyandı bile. Bugün bir saat kadar uyudu. Neyse ki çay keyfini yapabildim.

24 Şubat 2010 Çarşamba

MUTFAK PERİŞAN

Eren'le birlikte mutfakta iş yapmak mümkün değil. Elinin uzandığı her yere, hatta uzanmadığı yerlere bile parmaklarının ucuna basarak uzanıp herşeyi almak, herşeyle oynamak istiyor. Parmakları sürekli birşeylere uzanıyor, hep faaliyetteler.Tencere,tava,üç takım çaydanlığın ikisini veriyoruz yine de beğenmiyor.Daha çok, daha fazlası. Bardakları, kupaları, fincanları her şeyi istiyor.Verdikçe istiyor. Bizde dolapların içindeki elinin erdiği herşeyi, yani oynamaması gerekenleri, erzaklar,baharatlar falan başka taraflara taşıdık. Anlayana kadar bu böyle olacak kabul, başka çare yok. Ama bir de tezgahın üstüne aceleyle konan sakıncalı şeyler var. Çay koyarken demliği bir an bırakıp suyunu koymaya çalışırken bakmışsın ki bir el hemen onu almaya çalışıyor. 'Aman Allah'ım' feryadıyla demliği yakalıyorsun ama içinden birşeyler akıp gidiyor. Aman çok dikkat etmeli, bıçak gibi kesici şeyler elimizdeyse, bir an elimizden bırakacaksak Eren'in uzanamayacağı en uzak köşeye bırakmalı ve bunu unutmamalı. Fırın çalışırken aman ha Eren'le mutfağa gitmeyelim. Unuturuz falan hemen elini atar. Zaten fırın onun oynamaya bayıldığı bir oyuncak sanki. Düğmelerine kilitler aldı annesi ama kullanışlı değildi. Pek kullanamadık. Bir başka oyuncağı da buzdolabı. Buzdolabının alt kapısını açıp içine çömeliyor, sonrada arada bir bize bakıp O'nu güya bulmamızı bekliyor. Orada donacaksın diye hemen de buluyoruz biz de. Bu saklambaç oyununu pek seviyor, mutfaktan salona giderken hemen önden koşup salon kapısının arkasına saklanıp heyecanla bizi bekliyor. Bu kez oyunun tadına varsın diye O'nu arayıp sonunda buluyoruz. Pek keyifleniyor. Sonunda bir de bakmışız ki biz de kendimizi kaptırmışız oyuna sen beni bul, ben seni bulayım derken.

Mutfağın perişanlığı bu akşam bir kez daha tescillendi. Annesi değişik bir kek tarifi bulmuş onu yapmaya çalışıyor. Çalışıyor diyorum çünkü aradığı bir gerecin nerede olduğunu bilmiyoruz. Acaba şurada mı, yoksa burada mı... Baharatlar, diğer erzaklar da öyle. Eren' in uzanamıyacağı çeşitli yerlerde. Yoksa hepsi hergün yerlerde sürünecekti, belki de bulmak daha kolay olacaktı.

Neyse Annesi bayağı uğraşarak, aradıklarını oradan buradan bularak, baharatları ve kuruyemişleri uzun uğraşlar sonunda rendeleyip, dövüp, robotta çekerek kekin hamurunu hazırlayıp kenarı kepçeli kalıba koyarak fırına verecekken nasıl olduysa, kek kalıbının içi ters çevriliyor, hepsi lavaboya kapaklanıyor...Tüm emekler lavaboya...Mutfaktan sinir krizlerinin dumanları yükseliyor.

Acısı olan bir kişiye " üzülme " demenin ne kadar anlamı varsa, O' na söylenecek her avutucu sözün de o kadar anlamı olacaktı.

Bunun üstüne bir de mutfağın temizlenmesi vardı.

Bunu ancak bir zaman sonra yapabildi.

Neyse şimdi sakin çayını içiyor.

21 Şubat 2010 Pazar

BASINDAN SEÇMELER

ÇOCUKLARDA ATEŞ (2)

Antibiyotikler Ateş Düşürücü Değildir

Ateşin tedavisi yalnızca ateş düşürücü ilaçlarla değil, aynı zamanda uygun yaklaşımlarla desteklenmelidir. Evde uygulanabilecek bu destek yaklaşımlar ateş düşürücülerin kullanılması kadar önemlidir.

Destek Tedavi

* Ortam Isısı: Ateşli bebeğin bulunduğu odanın ısısı 21-22 derece arasında tutulmalıdır. Bu düzeylerdeki ısı, çocuğun ısı kaybının en üst düzeyde olmasını sağlar. Oda ısısını ayarlayabilmek için havalandırma cihazları ve vantilatör kullanılabilir. Ancak bebeğin direk olarak hava akımının karşısında bırakılmamasına dikkat edilmelidir.

* Çocuğun Giysileri: Ateşli çocuğun aşırı giydirilmesi, sarılması ve üzerinin örtülmesi doğru değildir. Az ve gevşek giysiler çocuğun ısısını düşürme mekanizmaları yardımcı olur. Gerekirse bebeğin yalnızca ara bezi ile kalması uygun olabilir. Eğer çocuk üşüyor ve titriyorsa üzerine ince bir örtü örtülebilir.

* Beslenme: Ateş çocuğun kalori gereksinimini artırır. Bu nedenle ateşlenen çocuğun aç bırakılmaması ve beslenmesinin desteklenmesi gerekir. Ancak beslenme için aşırı zorlamamalıdır. Ateş, terlemeyi ve solunum sayısını artırarak sıvı kaybının da artışına yol açar. Çocuğa bol miktarda sıvı verilmelidir. Bu amaçla beslenmede özellikle su, meyve suyu, çorba ve sulu meyveler kullanılabilir.

Ateşli Çocuk İçin Uygulanabilecek Destek Tedavi

* Çocuğun bulunduğu odanın ısısını 21-22 derece düzeyinde olacak şekilde ayarlayın.

* Çocuğa ince, hafif, gevşek giysiler giydirin, üzerine kalın örtüler örtmeyin.

* Bol sıvı sulu gıda verin, aç kalmamasını sağlayın, çok yağlı ve sindirimi güç yiyecekler vermeyin.

* Ateş, çok yüksekse (40 derecenin üzerindeyse) ılık su (29-32 derece) ile pansuman veya banyo yaptırabilirsiniz, ancak çocuğu ıslak havlu veya çarşafa sarmayın.

* Fizik Aktivite: Ateşli çocuğun fizik aktivitesi vücut ısısının daha da artmasına yol açar. Bu nedenle aşırı fizik aktiviteden kaçınmalıdır. Ancak çocuk oyun oynamak istiyorsa evde basit oyunlar oynaması engellenmemelidir.

* Ilık Su Banyosu ve Pansumanı: Ilık su ile ıslatılmış havlu veya sünger ile boyun, yüz, el bilekleri, diz, koltukaltı, kasık kıvrımları ve karın üzerine pansuman yapılması buharlaşma ile ısı kaybını artırır ve ateşin düşmesini kolaylaştırır. Bu uygulama yapılırken çocuğun ıslak havlu ile sarılmamasına dikkat edilmelidir. Ayrıca pansuman veya banyo için ılık su yerine kesinlikle alkol veya soğuk su kullanılmamalıdır. Bu uygulama, ateşin çok yüksek olmadığı durumlarda ve uygun olmayan yöntemlerle yapıldığında çocuğun üşümesine ve titremesine neden olarak ateşin daha da artmasına yol açabilir.

Ateşin Tedavisinde Ilık Su Pansumanı ve Banyosunun Uygulama Basamakları Ilık Su İle Pansuman

* Su, sıcaklığı vücut ısısına ulaşıncaya kadar ısıtılır.

* 3 adet el havlusu, pansuman peti veya sünger ılık su kabının içine konur.

* Bebek kuru havlu üzerine yatırılır.

* Elbiseleri çıkarılır, üzerine ince bir çarşaf örtülür.

* Islak havlulardan biri alına konur, diğeri ile vücudun boyun, yüz, karın, diz, el bileklerinin iç yüzü koltuk altı ve kasık bölgeleri silinir. Havlulardan biri kuruyunca diğeri ile devam edilir.

* Bu işlem 20-30 dakika boyunca sürdürülebilir.

* Eğer küvet veya kap içerisindeki su soğursa ılık su eklenir.

Ilık su ile banyo

* Küvet vücut ısısına yakın sıcaklıkta ılık su ile doldurulur ve bebek küvetin içine konur.

* Bebek küvetin içinde 20-30 dakika boyunca bekletilir.

* Bu uygulama, konvülsiyon geçirmekte olan bebek için asla yapılmamalıdır.

Soğuk Su, Buz ve Alkol Kullanma

Ateş Düşürücü İlaç Tedavisi: Yüksek ateşli bir çocuğun ateşinin tedavisinde ateş düşürücü ilaçlar evlerde çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak ateş düşürücü ilaç kullanımı otomatik bir tedavi yöntemi olmamalıdır. Ateş düşürücü ilaç kullanımının önerildiği yüksek ateş sınırı 39-39.5 derecedir. Eğer çocuk kendini sıcak ve rahatsız hissediyorsa ve solunumun hızlı ve güç olması gibi belirtiler varsa daha düşük ateş düzeylerinde de ateş düşürücü verilebilir. Kullanılacak ilaçların kiloya göre ayarlanarak verilmesi uygundur. Kesinlikle doktorun önerdiği dozdan fazla dozda kullanılmaması gerektiği bilinmelidir.

Doktorun Görmesi Gereken Ateş

* 2 aylıktan küçük, ateşi olan her bebek doktor tarafından görülmelidir.

* 3 Aylıktan Küçük Bebekte Ciddi Hastalık Belirtileri Olarak,

* Dalgınlık, uyuklama ve uyandırmada güçlük

* Beslenememe

* Huzursuzluk, kucakta bile ağlama

* Dokunma, tutma ile artan huzursuzluk

* Kendisine dokunulmasını istememe

* Solunum sayısının 40 / dakikadan fazla olması varsa doktoru ara ya da Acil’e git.

* 3-24 Aylık Bebekte Bunlara Ek Olarak,

* Dalgınlık

* Oynamak istemiyor

* Dikkati az, uyumak istiyor

* Aile ve çevre ile ilgisi az

Ateşin Acil Tedavi Gerektiren Durumları

Havale Nöbeti: Ateşli bir çocukta acil tedavi gerektiren durumların başında “Ateşe bağımlı havale nöbeti” gelmektedir. Bu durum ateş korkusuna yol açan nedenlerin başında gelmektedir. Çocuğu havale nöbeti geçiren aile kendini çok çaresiz hisseder ve panik içinde olur. Ailelerin bu konudaki tüm korkusu ve telaşı haklı olmakla beraber, havale nöbeti geçirmekte olan çocuğun evde ilk müdahalesini aile bireyleri yapmak durumundadır.

Ateşli havale nöbeti 6 ay-5 yaş arası ateşe hassas çocuklarda ateşin aniden yükselmesi ile ortaya çıkar. Görülme sıklığı yaklaşık 3’tür. Ateşli havaleye ailevi bir yatkınlık vardır ve anne, baba veya yakınlarında çocuklukta ateşli havale öyküsü vardır.

Havale genellikle 1-2 dakika sürer ve kendiliğinden geçer. Bu arada çocuk aniden bilincini kaybeder, vücudu kol ve bacakları kilitlenir. Ardından renk solukluğu ve uykuya dalmış gibi görünür. Fakat çok kısa sürede kendine gelir. Sıklıkla bu biçimde görülen basit ateşli havale genellikle zararlı ve tehlikeli değildir.

• Bebeğin giysilerini yavaşça çıkarın

• Yumuşak bir yere, bir tarafına dönük olarak yatırın

• Hareket ettirmeyin veya herhangi bir hareketini kısıtlamayın

• Dilini ısırabileceği veya yutabileceği endişesi ile bebeğin ağzına elinizi veya başka bir şeyi sokmayın

• Ağzında yalancı meme varsa alın

• Ilık su pansumanı yapın, kesinlikle alkol ve soğuk su kullanmayın

• Havale geçirirken küvete sokmayın

• Nöbet geçince bebek uyumak isterse, rahat bir uyku ortamı sağlayın

• Doktoru arayın

Sıcak Çarpması: Acil tedavi gerektiren ateşli çocukla ilgili göz önünde bulundurulması gereken diğer bir durum sıcak çarpmasıdır (heat stroke). Sıcak çarpması sıcak havada araba içinde kapalı kalmak gibi çevre ısısının çok yükselmesine bağlı olarak, ya da ateşli çocuğun soba kalorifer yanı gibi oda ısısı fazla olan bir yerde aşırı sarılması gibi ısı kaybını azaltan durumlarda, özellikle yenidoğan ve küçük bebeklerde sık görülür. Hızlı gelişir ve ağır seyreder.

Belirtiler:

* Çok yüksek ateş

* Baş ağrısı, bitkinlik, halsizlik ve bulantı

* Sıcak ve kuru deri (nadiren nemli olabilir)

* Oryantasyon bozukluğu, aşırı huzursuzluk veya uyuklama

* Bilinç bulanıklığı, havale nöbeti, bilinç kaybı

Bu durumdaki hastaların acil tedavisinde yeterli sıvı tedavisi yanında vücudu mekanik yöntemlerle soğutmak gereklidir.

Sıcak Çarpması Durumunda Yapılması Gereken Girişimler

* Bebeğin giysilerini çıkarın,

* Buzlu suyla ıslanmış bir havlu ile sarın (sadece sıcak çarpmasında uygulanır),

* Derhal parenteral sıvı tedavisine başlayın,

* Acil medikal tedavi açısından gerekli girişimleri yapın,

* Ateş düşürücü ilaç tedavisi etkisiz olduğu için ateş düşürücü vermeyin.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, Ankara Eki

18 Şubat 2010 Perşembe

BASINDAN SEÇMELER

ÖNCE SAĞLIK

ÇOCUKLARDA ATEŞ (1)

A teş, doktorların çocuklarda en sık karşılaştığı sağlık sorunlarından biridir. Eski çağlardan beri ateşin bir defans mekanizması olduğu düşüncesiyle, önemsenmemesi gereken bir bulgu mu, yoksa şiddetli bir hastalığın çok ciddi bir semptomu mu olduğu konusunda tartışmalar olagelmiştir.

Hipokrat, ateşin vücuda giren ve sağlığı tehdit eden kötü varlıkların yanmasına neden olduğu fikrini öne sürmüştü. Ateş, yararlı olduğu düşüncesiyle uzun yıllar, ta ki Aspirin’in keşfine, yaklaşık 100 yıl öncesine kadar tedavi edilmemekteydi. Günümüzde birçok araştırmada ateşin immün yanıtı güçlendirdiği ve host savunmasında çok önemli bir rol oynadığı gösterilmiştir.

Ancak, çoğu aile için ateş hâlâ önemli bir korku nedeni olma özelliğini yitirmemiştir. Çocuktaki en ufak bir ısı artışı ateşin hemen düşürülmesi gerektiği fikrini tetiklemekte ve ailede panik yaratmakta, ciddi korku ve kaygıya neden olmaktadır. Çeşitli araştırmalarda, ailelerin büyük bir kısmının, çok yüksek sayılmayacak vücut ısılarının çocukları için zararlı olabileceği düşüncesinde oldukları saptanmıştır. Bu çok doğru olmayan inanç “ateş korkusu” olarak tanımlamıştır. Bu korku, hem aileyi hem de doktoru etkilemekte, kaygı ve panik hali ateşi düşürmek için kimi zaman gereksiz, hatta kimi zaman da zararlı olabilecek girişimlerin ve uygulamaların yapılmasına neden olmaktadır. Ailelerin çok yanlış ve yaygın bir uygulaması da antibiyotikleri ateş düşürücü olarak kullanmalarıdır. Oysa ateş bir hastalık değil, birçok nedene yönelik savunma mekanizması olarak ortaya çıkan bir belirtidir. Ateşli bir çocukta bu belirtinin ortadan kaldırılması girişiminin yanında en önemli nokta, buna neden olan esas hastalığın ortaya çıkarılmasıdır.

Ateş Nedir?

Ateş, vücut ısısının normal sınırların üzerine çıkması olarak tanımlanır. Vücut ısısı, ölçümün yapıldığı zamana ve ısının alındığı vücut bölgesine göre değişir. Ortalama vücut ısısının 37.0 dereceye kadar düşerken akşam 38.0 dereceye kadar yükselebilir. 6 aylıktan ufak bebeklerde günlük ateş oynamaları çok azdır. 6 ay – 2 yaş arası günlük değişim 1 derecedir. 6 yaşta günlük değişim 2 dereceyi bulabilir. Vücut ısısının en yüksek olduğu zaman akşam saatleridir.

Kullanılan ısı ölçüm bölgeleri içinde en yüksek ısı popodan alınan ısıdır. Ağızdan alınan ısı popodan alınandan daha düşüktür. Koltuk altı ısısı ise en düşük ısıdır ve vücut öz ısısından 1 derece daha düşüktür. Egzersiz, aşırı giyinme, sıcak banyo, aşırı sıcak hava, sıcak yiyecek ve içecekler sağlıklı bir çocuğun vücut ısısını 38.0 – 38.5 dereceye kadar yükseltebilir.

Ateş olarak kabul edilen en düşük vücut ısısı, ölçümün yapıldığı vücut bölgesine, ölçüldüğü saate ve çevre ısısına bağlı olarak değişebildiğinden her ölçüm bölgesi için tek bir ısı değeri vermek olası değildir. Bir çocukta popodan alınan ısının 38.0-38.2 derece, ağızdan alınan ısının 37.5-37.8 derece, koltuk altı ısının 37.0-37.2 derece ve kulak yolundan ölçülen ısının 37.8-38.0 derece üzerinde olması halinde ateş söz konusudur.

Ateşin ölçülmesi ve değerlendirilmesi konusu çok önemlidir. Çocukların ateşini gereksiz sıklıkta ölçmekten kaçınmalıdır. Ateşin izlenmesi sırasında çocuk kendini çok sıcak hissediyorsa veya kötü görünüyorsa ateşinin ölçülmesi uygun olur. Üşüme ve titreme ateşin yükselmekte olduğunu, çocuğun pembe görünümü ateşin en yüksek düzeye çıktığını ve terleme ateşin düşmekte olduğunu gösterir.

Ailelerin vücut ısısının ölçüm teknikleri yanı sıra, ölçülen değerin normal veya ateş olarak tanımlayabilmesi ve çocuk ateşlendiğinde neler yapılması gerektiği konularında da bilgilenmesi gerekir. Ailelerin yüksek ateşle ilgili bilgi düzeylerini, algılarını ve davranış şekillerini değerlendirmek amacıyla yapılan bir araştırmada; ailelerin yüzde 33’ünün, yüksek ateş sınırını bilmediği ya da yanlış bildiği saptanmıştır. Ailelerin ancak yarısı vücut ısısını ölçmek için termometre kullandığını ve yüzde 29’u çocuğu ateşlendiğinde doktora danıştığını bildirmiştir. Ateşi ölçmek ve ateşli çocuğa yaklaşım konusundaki bu bilgi eksikliğine karşın ateş korkusu önemli boyutlardadır. Ailelerin yüzde 87’si ateş korkusunun olduğunu bildirmektedir. En önemli korku nedenleri; bu ateşin havaleye neden olabilmesi ve ciddi bir hastalık olma olasılığıdır. Ailelerdeki yüksek ateş korkusunu yenmek bir sağlık eğitimi sorunu olarak ele alınmalıdır.

Ateş bir belirtidir

Ateş bir hastalık değil, yalnızca bir belirtidir. Ateşin beyin hasarı gibi zararlı etkileri popodan alınan ısının 41.0 derece üzerine çıkmadan görülmez. Beynin ısı ayarlayıcı merkezi enfeksiyon sonucu yükselen ateşi 41.1 derecenin altında ayarlar.

Sağlıklı olan bir çocukta yüksek ateşin zararlı etkileri daha çok sıcak çarpması ve nadiren de ateşe bağımlı birbiri arkasına devam eden havale nöbetlerinde görülür. Bu nedenle ateşli bir çocuğun çok fazla giydirilmesi, radyatörün veya ısıtıcının yanında kalması veya arabada direk güneş ışığına maruz kalması ateşin çok yükselerek zararlı etkilerinin ortaya çıkışını kolaylaştırır.

Vücut Isısının Kontrolü

Vücut ısısı beyinde hipotalamusta bulunan ısı ayarlayıcı merkez tarafından düzenlenir. Vücut ısısı çevre ısısındaki değişimlere rağmen normal sınırlarla sürdürülür. Isının bu düzeyde tutulması ısı oluşumu ve ısı kaybı arasındaki dengeye bağlıdır.

Ateş oluşturan herhangi bir madde için pirojen terimi kullanılmaktadır. Pirojenler vücut içi (endojen) ve vücut dışında (eksojen) olabilir. Eksojen pirojenler, mikroorganizmalar, toksinler ve mikrobiyal ürünlerdir. Organizmada endojen pirojenler olarak bilinen pirojenik sitokinlerin oluşumuna yol açarak ateşe neden olurlar.

Ateşin Tedavisi

Ateş, vücudun enfeksiyona karşı geliştirdiği immün yanıtın bir parçasıdır. 39 derecenin altındaki düzeylerde immün sistemin güçlenmesini sağlar ve mikroorganizmanın yok edilmesini kolaylaştırır. Ateşin yüksekliğinin tedavi etmenin amacı çocuğun rahat etmesini sağlamaktır. Tek başına ateşin varlığı her zaman tedavi gerektirmez. Genelde bütün ateşleri tedavi etmek veya vücut ısısını normale indirmek için bir fikir birliği yoktur. Ateş çok yüksek olmadıkça (41 derecenin üzerinde) hastaya özel bir zarar vermez. Ateş vücudun enfeksiyonlarla savaşma yöntemlerinden biridir. O nedenle ateşi düşürmek her hastaya özgü olmalıdır. Günümüzde, özellikle 6 aydan büyük bebeklerde ateş 39 derecenin üzerine çıkmadığı ve bebeğin durumu iyi olduğu sürece ateşi düşürmek gerekmeyebilir. Bebeğin ateşi yükselmeye başladığında, ateş düşürücü vermeden önce bir süre beklemenin bağışıksal yanıtın güçlenmesi açısından faydalı olacağı bildirilmektedir. Ancak daha düşük ısılarda bile bebeğin ağrılarını gidermek, rahatlamak ve uyku düzenini sağlamak amacıyla ateş düşürücü tedavi uygulanabilir. Bunun yanında kimi zaman yalnızca telaşlı ve huzursuz bir anneyi rahatlatmak amacıyla da bebeğe ateş düşürücü verilebilir.

Ateşli bir çocuğun tedavisi sırasında üzerinde durulması gereken noktalardan biri de altta yatan hastalığın etkenine yönelik özgül tedavinin uygun zamanda başlanmasıdır. Ancak çoğu kez antibiyotikler ateş düşürücü gibi kullanılmaktadır. Doktor, aileleri antibiyotiklerin ateş düşürücü olarak kullanılmaması gerektiği konusunda bilgilendirilmeli ve özellikle uyarmalıdır.

Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, Ankara Eki

10 Şubat 2010 Çarşamba

EV İŞLERİNE YARDIM

Ev işlerine yardıma başladı Eren. Geçen gün annesi bulaşık makinesini boşaltırken bardaklarla falan oynamaya çalışıyormuş ki bunu her zaman yapıyordu. Annesi de 'Hadi bana ver, ben de yerine koyayım' demiş. Birlikte boşaltmışlar. Sonraki günlerde benimle de boşaltmaya yardım etti. "Al, al" diyor güya "A, a" diye diye çabuk çabuk bardakları, tabakları bir uzatışı var, yetişemiyoruz almaya.

Başka şeyler de yapıyor. Etrafta kimin eşyası var götürüp sahibine veriyor.
Bir de seviniyor kendince... Yapabildikçe her işi yaptırmaya çalışacağız. O da istekli olursa tabii. Zoraki değilde istekle, severek sadece kendine bile bir sofra hazırlamanın keyfini ve tadını alması güzel olur, mutlu olur diye düşünüyoruz. Kendi işlerini sıkılmadan yapabilsin, becerebilsin, illa da birine ihtiyaç duymasın yapabileceği şeyler için.
Annesi de 'Oğlum herşeyi yapmayı öğrensin, kendi işini kendisi halletsin. Gerektiği yerde yapar, gerekmezse yapmaz.' diyor sürekli.

30 Ocak 2010 Cumartesi

BÜYÜDÜ, AFACAN OLDU

Gece sütünü kesmemiz işe yaradı.Bu kez başardık.Her seferinde yeni bir senaryo yazan Eren bu kez galiba pes etti.Nazar etmeyelim söylemeye korkuyoruz, sanki bir sihirde söylersek bozulacakmış gibi.Artık geceleri kesintisiz uyuyoruz.Hepimiz, şaka değil.Gece sütünü keseliberi birkaç gece direndikten sonra uyanmamaya başladı.Akşamları da yemesi düzeldi,sabahları da kahvaltısını doya doya yapıyor.Herkes birbirine soruyor:Hiç kalkmadı değil mi? Bu ne güzel bir şeymiş, Eren doğduğundan beri Leyla gibi gezmeler sona erdi işte.Kendisi de rahat,bizde.
Şimdilerde bize bağırıp çağırıp dolaşıyor.Artık konuşmaya da başladı: Her söyleneni olmasa da bir çok şeyi yamuk yumuk tekrar etmeye çalışıyor.O da herkese oldukça sevimli geldikçe havasından geçilmiyor. Fırsatları da değerlendirmekten kaçınmıyor.Kim cep telefonunu elinin ereceği bir yere koymuş farkında olmadan, hemen Eren' in elinde. Geri alabilirsen al artık.Sakar solak basarak acil ambulansı aramış geçen gün.Baktık telefondan bir bayan sesi geliyor.Almaya çalıştıkça da " da, du " diyerek üstüne basa basa kesin olarak vermeyeceğini bildiriyor.
Geçen günde benim laptopu açık yakalamış, aceleyle nerelerine bastıysa hiç bilmediğimiz fonksiyonlarını ortaya çıkardı.Yanına gelince elinden alacağımızı bildiğinden öyle bir aceleyle son birkaç tuşa daha basmak için öyle bir çaba gösteriyor ki, gülmelerimizi saklamak zorunda kalıyoruz.Bir o kadar da ciddi bunları yaparken.
Çok sevimli oldu kerata ne diyeyim.

21 Ocak 2010 Perşembe

BASINDAN SEÇMELER

BEBEK MAMASINA DİKKAT


ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) Yönetmeliği’nde yapılan yeni değişiklikle, 1 Mart’a dek denetimsiz olarak Türkiye’ye girecek ürünlerin kapsamı genişletildi. Bu tarihe kadar yapılacak ithalatlarda AB kriterlerine uygun olması şartı ile “GDO’lu ürünlerin, bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaktır” hükmü uygulanmayacak.


‘Kolaylık sağlandı’

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın, Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik’te yaptığı değişiklik, Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi. Değişiklik ile 26 Ekim 2009’da yayımlanan yönetmelikte, 20 Kasım 2009’da yapılan değişiklik ile daha önce kontrol belgesi alanlara ithalatta bazı kolaylıklar sağlanmasına yönelik uygulamanın kapsamı genişletildi. Yapılan değişiklik ile 26 Ekim 2009’dan önce kontrol belgesi alınan ürünlerin ithalatında, yönetmeliğin 5. maddesinde yer alan “genel hükümler”in de 1 Mart 2010’a kadar uygulanmaması istisnası getirildi.

NTV’nin haberine göre ise değişiklikle 26 Ekim 2009’dan önce kontrol belgesi alan ürünler için geçerli olan erteleme de 20 Ocak’a kadar genişletildi. 20 Ocak’a kadar kontrol belgesi alan ürünler için denetim şartının 1 Mart’a kadar kaldırılması, “şirketlerin lehine” olarak yorumlandı.Gümrüğe takılan GDO’lu ürün varsa 1 Mart’a kadar ülkeye girişinin de önü açılmış oldu

20 Ocak 2010 Çarşamba

GECE SÜTÜ

Eren' in haykırışları yine gecenin sessizliğini ve karanlığını deliyor.Bu kez de gece sütünü kestik. Sütü o kadar seviyor ki sadece sütle yaşayabilir.Yaşına göre içmesi gerekenin üstünde içiyor çoğu zaman. Gece uykusuna yattıktan sonra sabaha kadar birkaç kez uyanıyor, bardak bardak süt içip yatıyor.Sürekli tok karnına yatıyor,uykusu bölünüyor.Bunu da bıraktırma zamanı gelmişti.

Önce memeyi bıraktırdık: sabaha kadar emzik gibi kullanıyor, saat başı kalkıyordu nerdeyse.Yaşını da doldurduğundan emdiği yeterlidir diyerek bıraktırmıştık memeyi. Meme emmeyi unutturana kadar kaç gece uğraştık, o iş bitti derken memenin yerine biberonu koymaya başladı. Durmadan biberonla içecek birşeyler istiyor, yine gece boyunca sık sık kalkıyordu. Bu böyle olmayacak diye biberonu da bıraktırmaya karar vermiştik. Birkaç gece de onun için uğraşmıştık. Fakat Eren pes etmiyor bizim için gece seansına mutlaka birşeyler düşünüyor olmalıkdı ki feryatları gittikçe yükselen dozda sürdükçe bu kez de bardakda süt yetiştirmeye başladık. Böylece sütsüz uyuyamaz oldu sanki.
Bu böyle sürmemeliydi.Zaten doğru da değildi.Ne zamana kadar böyle gidecekti.Eren yirminci ayına girmişti.
Karar alındı: Gece sütü verilmeyecekti.
Akşam iyi yemek yediği bir gün karar uygulanmaya başlandı.
Karnı tok, suyunu da içti. Artık kıyamet de kopsa gece süt verilmeyecek.
İlk gece iki saat sürdü feryatlar, mızmızlıklar.
İkinci gece yarım saate düştü.
Daha üçüncü geceyi yaşamadık ama direnme kırıldı gibi...
Şimdiden O'da rahatladı sanki..Hergün sabaha kadar sürekli tok bir mideyle uyuyordu, belki de uykusu bu yüzden kısa sürüyor,rahat edemiyordu.
Gece kesintisiz uyumaya başlar, bu durum uykusunu düzene sokarsa gündüz yeme sorunları da çözülebilir.Gece boyunca süt içtiğinden, sabah uyanınca aç olmuyor yiyecek seçmeler başlıyor böylece.

Galiba bu kez başaracağız.

10 Ocak 2010 Pazar

İLK BİLGİNİN ÖNEMİ

Eren gün içinde zaman zaman elimden tutup çekiştire çekiştire beni banyoya götürüyor. Banyoda oturağını gösteriyor, ben de aman ne güzel, çişini söylemeye başladı galiba diye erken bir sevince kapılarak bezini açıp oturtturuyorum. Kolayca oturuyor.Zaten oturmasında bir sorun yok oturuyor ama sadece çişini yapıyor, kakasını yapmaya halen korkuyor sanki.Gün içinde uykudan kalkınca ya da yemek yiyince oturttuğumda çişini yapıyor ama kakasını asla. Tutuyor kapı arkası ya da odanın kuytu bir köşesine yerleşip yapıyor.
Neyse salona getirdiğimiz oturağa oturup yerleşince televizyonu gösterdi aç diye. Bazı günler 15-20 dakika kadar Kanal 1'deki Barney ve Arkadaşlarını seyrediyoruz beraber. O program da eğlenerek öğrenmeye dayalı hareketli bir program. Birgün televizyonda radyo açmaya çalışırken rastladım, baktım ki Eren oldukça keyifle izliyor,o zamandan beri sadece onu izliyoruz. Başka çizgi filmler falan hiç ilgisini çekmedi çünkü. 2 yaşına kadar televizyon izlettirmeyin deniyorsa da arada bir, kısa bir süre kırmızı çizgiyi aşıyoruz.

Oturağına ilk oturttuğum gün televizyonda bu program vardı o saatte tesadüf ve ben de 'Barney'i seyredelim hadi sen de çişini yap' diyerek televizyonu açtım.Şimdi aklına estikçe beni banyoya götürüp oturağını getirtiyor, oturuyor ve televizyonu açmamı bekliyor. Tabii yaptığım bu yanlışı tekrar etmeyip televizyonu açmıyorum O da çiş falan yapmayıp kalkıyor. Diğer zamanlarda da her oturağa oturuşunda televizyonu gösterip açmamızı anlatmaya çalışıyor.
İlk bilginin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamış oluyorum böylece. İlk öğrenilen davranış belleğe bir kaydedildi mi değiştirmek istendiğinde zorlanılıyor.
Bunu daha önce de yaşadık: Eren galiba 6-7 aylık falandı tam anımsamıyorum. Küpleri üst üste koyarak kule yapmışız ve ona yıkmasını göstermişiz.Aylar geçti, hala başka gereçleri üst üste koyarak kule yapılsa ya da üst üste konan bir şeyler görse hemen eliyle deviriyor. Tekrar tekrar ona üst üste koymasını gösterdiğimiz halde, zaman zaman yapsa da yine yapılan kuleleri devirmek ilk işi oluyor. Aman Tanrım ilk bilgi olsun ya da öğrenilen daha başka davranışlar bir kez kaydedildi mi beyne, ömür boyu bu davranışları gösterebiliriz. İşte henüz iki yaşına bile gelmemiş bir çocukta bile dikkatle üstünde durduğumuz halde kule yıkmayı tam olarak değiştiremedik.

4 Ocak 2010 Pazartesi

BİR YIL DAHA GEÇTİ



Zaman ne çabuk geçiyor denir ya,işte bir yıl daha geçti.Geçen yılbaşında henüz emeklemeye bile başlamamıştı EREN. Bir yıl bu yaştaki çocuklar için ne kadar önemli... Emekleme, yürüme, konuşmaya başlama, kendi kendine yemeye çalışma, herşeyi anlama ve anlatma gibi ne çok şey altı aylıktan sonraki bir yılın içinde oluyor. Hızlı gelişme diye buna denir işte... Bu konuda uzman kişiler boşuna 0-3 yaş çok önemli diye üstüne basa basa söylemiyorlar. Sanki daha dün gibi yakın bir zamanda " ek gıdalara başlasaydık, bir emekleseydi" falan diye konuşurken bizimki şimdi tam bir afacan oldu. Konuşmaya da başladı artık, kıvırıp duruyor söylenenleri.

Hani hep konuşulur ya bu çocuk büyüyünce ne olacak diye. Bazen ben de soruyorum bu soruyu kendime. Eren büyüyünce nasıl biri olacak, nasıl bir iş edinecek, neleri sevecek, neleri sevmeyecek gibi. Daha bir buçuk yaşında dur bakalım denebilir ama gözlenirse bir çok ipucu veriyor açıkça.

Bir kere uykuyu sevmiyor bu belli.
Uykusuzluktan sürünse de uyumak istemiyor.
Yemek seçiyor: Yumurtayı, eti, tavuğu, balığı mümkünü yok yediremiyoruz. Bekliyoruz bir gün fikrini değiştirir diye
Pilavcı, makarnacı
Güzel birşey: meyveyi ve meyve suyunu çok seviyor, sebzeyi daha az
Tatlıyı daha çok.Öyle fazla pasta falan ikram ettiğimiz yok. Reçel de vermedik daha.İki yaşına kadar böyle.Verdiğimiz tatlı biraz pekmez-tahin karışımı, bir de bal-dövülmüş ceviz karışımı.Bunları reddettiğini görmedim.
Bugün yediği yemeği ertesi gün yemiyor, şaşırtıyor.
Bir de çaylara düşkünüz.Ihlamur,rezene,yeşil çay,kara çay ne versek şekersiz içiyor.Az suda haşladığımız brokoli,karnabahar sebzelerini pek yemese de sularınına yok demiyor.
Düzenli olacak sanki.Kendiliğinden terlikleri düzeltmeler, yere düşen yiyecek kırıntılarını almaya çalışmalar.
Müziksiz de duramıyoruz. Evde her tarafta birşey çalıyor.
Ama istediği birşey verilmiyorsa zaman zaman da bir öfke,bir öfke...