21 Ekim 2010 Perşembe
5 Ekim 2010 Salı
YUMURTA VE PEKMEZ BAŞARIYI ARTIRIYOR
Çocukların okulda başarılı olmaları için güne kahvaltı ile başlamaları şart.Yeterli ve dengeli bir kahvaltıda dikkat edimesi gereken en önemli nokta ise yumurta ve pekmezin mümkün olduğunca sık tüketilmesi.Uzmanlara göre her iki besin de çocuklarda sıkça görülen ve öğrenme bozukluklarına yol açan demir eksikliğine karşı birebir.
........
Acıbadem Kadıköy Hastanesi' nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Şengül Sangu Talak, çocukların besin öğelerini yeterli almadıkları takdirde büyüme geriliği ve mental gelişim gecikmesi gibi ciddi sorunlarla karşılaştıkları uyarısında bulunarak, "Hafif düzeyde beslenme yetersizliği kolaylıkla farkedilmiyor ancak çoğunlukla öğrenme bozuklukları ile sonuçlanıyor.Örneğin daha çok yetersiz besin seçimi ve öğün atlama gibi nedenlerle oluşan demir eksikliği de davranışlarda ve performansta düşüşün yanı sıra konsantrasyon bozukluklarına yol açıyor.Bunun için çocuklara mümkün olduğunca sık yumurta ve pekmez yedirmek gerekiyor." diyor.
Şengül Sangu Talak'tan çocuklara kahvaltı önerileri
"Çocuğunuzun her gün bir yumurta yemesini sağlayın.Çünkü yumurta yüzde yüz emilebilen en kaliteli protein kaynağı ve kan yapıyor.Ayrıca sürülebilen çikolata,bal,reçel gibi tatlılar yerine kan yapan ve kemiklerin gelişimini sağlayan kalsiyumdan zengin pekmezi tercih edin. Kahvaltılara az miktarda domates,salatalık ile maydanoz gibi vitamin ve posa içeren sebzeler ekleyerek çocuğunuzun iştahının açılmasını ve bağırsaklarının çalışmasını sağlayabilirsiniz. Kahvaltıda sadece ve sürekli mısır gevreğiyle süt tüketimi belki pratik olsa da, sakıncalı. Bu nedenle karışımı kuru meyve, ceviz, fındık, badem gibi kuru yemiş ve taze meyvelerle daha besleyici ve lezzetli hale getirmeye çalışın. Kahvaltının yanında çay içilmesi demir emilimini engelliyor, ayrıca çok fazla kaynatılması da besin değerini düşürüyor. Bu yüzden mümkün olduğunca çocuğunuza çay içirmeyin."
Kaynak:Cumhuriyet Gazetesi
24 Eylül 2010 Cuma
YAPILAN İŞİ BİTİRME VE TOPLAMA
Bu davranışı biz söylemeden ne zaman kendiliğinden yapar onu şimdi bilmiyorum ama, bazı şeyleri öğretmek için sayısız tekrarlar yapmak gerekiyor da, bazen bir kez yapılan bir davranış belleğe yerleşiyor, ömür boyu insanın kişiliğini etkiliyebiliyor.
31 Ağustos 2010 Salı
EREN'İN HALLERİ
20 Ağustos 2010 Cuma
ÇOCUKLARA SIRA DIŞI HİKAYELER
Türkiye'de kitap okuma oranı yalnızca yüzde 4,5. Bu oranı artırmak anne-babaların elinde. Çünkü kitap okuma sevgisi küçük yaşta kazanılıyor. Çocuğunuzun seve isteye kitap okuması için bebeklikten itibaren uğraşmanız gerekiyor. Kitap almaya birlikte gidin. Kitap seçerken çocuğunuzun da isteklerini dikkate alın. Bırakın uzun uzun incelesin kitapları, sabır gösterin. Birlikte okuma zamanları yaratın, evrensel ve sıra dışı hikayeler okuyun.
Davranış Bilimleri Enstitüsü(DBE) Çocuk ve Genç Psikolojik Danışmanlık Merkezi psikologları, okumanın ve çocuklara "okuyan rol modeller" olarak gözükmenin, onlarda heves uyandıracağına dikkat çekiyorlar. Ancak, okuma işinin çocuğa ayırdığınız zamanı kısıtlaması ve kitabın arada bir engel oluşturması durumunda tam tersi bir etki yapabileceğini aklınızdan çıkarmamanız gerekiyor. Büyüklerin, evde televizyon ve bilgisayarı, çocuğun yatma saatinden sonraya bırakmaları gerektiğini vurgulayan DBE uzmanları, "Kitapların nasıl kaleme alındığı kadar nasıl resimlendirildiği de çok önemlidir. Çocuklar, kelimelerden önce resimleri okumayı öğrenirler. 'Nitelikli' bir şekilde kaleme alınmış bir kitap özenle resimlenmemişse hak ettiği ilgiyi göremiyebilir." diyorlar. Davranış Bilimleri Enstitüsü uzmanlarına göre, iyi ve kötü ayrımının yer aldığı kitaplar; çocukların kendi doğrularını seçebilmelerine fırsat yarattıkları için yararlı ve çocuklar, başka kültürlerde ortaya çıkan kitapları da okurlarsa evrensel bir bakış kazanırlar. Sıra dışı, çocuğu kalıpların dışına taşıyacak ve yaratıcılığını kışkırtacak hikayeler seçilirse çocuğun hayata bakış yelpazesi genişler. Kitabın dilinin de akıcı ve anlaşılır olması, Türkçenin iyi kullanılmış olmasına dikkat edilmesi gerekiyor. Kitapların mutlaka bir ders vermek ya da yeni bir bilgi edindirmek gibi bir görevi yok. Kitap, sadece çocuğu eğlendirmek, keyifli zaman geçirmesini sağlamak için de seçilebilir. Çocuk kitabının "nasıl olması gerektiği " hakkında konuşurken "öğretici" yanını abartmamak gerekir.
Kitap Nasıl Seçilmeli?
0-3 yaş çocuğuna:Tanıdık nesnelerin olduğu, parlak renkli, kısa ama ahenkli cümlelerden oluşmuş, az kelimeli ve bu kelimelere ait resimleri olan, bol resimli uzun süre elinde kalacağı için kaliteli malzemeden yapılmış, kolay yıpranmayacak, ellerinin boyutuna uygun;
3-5 yaş çocuğuna:Masallar,bildik hikayeler içeren, tanıdık durumların anlatıldığı, nesneleri sınıflandırabileceği, iyi resmedilmiş,hayal gücünü harekete geçiren,ayrıntılı resimleri olan kitaplar;
5-8 yaş çocuğuna:Güçlü hikayeleri olan, karakterleri güçlü, sadece iyi-doğru değil, kötü-yanlış karakterleri de içeren, içinde yabancı ve bilinmedik kelimeler olmayan, gerçek hikayelerden alıntılar içeren, yeni bilgiler öğreten, detaylı resimleri olan, okumayı yeni öğrenenler için uzun olmayan ve küçük yazılarla yazılmamış, ilgi alanına giren konular içeren kitaplar;
8-12 yaş çocuğuna:Çocuğun karakter ve zevkine uygun, sadece mesaj kaygısı taşımayan, beyin fırtınası yapabileceği, kendisinin seçeceği kitaplar alabiliriz.
Kaynak:Cumhuriyet Gazetesi
7 Ağustos 2010 Cumartesi
YAZ GÜNLERİ
26 Temmuz 2010 Pazartesi
HAZIR GIDAYA DİKKAT
Özellikle çalışan annelerin kurtarıcısı olan hazır gıdalar, çocuklarda allerjiden kaşıntıya, karın ağrısından ishale pek çok hastalığa neden olabiliyor.
Anneleri uyaran çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanları, bebeklikte anne sütüne eşdeğer sunulan hazır sütlerle çocukluk çağında da bisküvi, çikolata, şekerleme ve papates cipsi gibi gıdalardan uzak durulmasını istiyor.
Kontrol şart
Hisar Intercontinantel Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr.Fazlı Yılmazer, katkı maddeli gıdaların çocuklarda kontrolsüz ve bilinçsiz kullanılmasının en sık görülen yan etkisinin allerji olduğunu vurguluyor.
Hassas kişilerde besin katkı maddelerinin kaşıntı, kurdeşen, alerjik nezle, deri döküntüleri, baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı ve ishale yol açtığını belirten Yılmazer anneleri şöyle uyarıyor:
"En ideal doğal beslenme olan anne sütünü asgari altı ay tek başına olmak şartıyla 2 yaşına kadar vermeye gayret göstermeliyiz."
Kaynak:Cumhuriyet Gazetesi
25.Temmuz.Pazar
14 Temmuz 2010 Çarşamba
YASMİN LEVY VE EREN
Bir zaman sonra ortaya şöyle bir durum çıktı: Eren'in isteklerine karşılık veremediğimiz, bunaldığımız, yorulduğumuz anlarda "Yasmin Levy zamanı geldi" deyip düğmeye basıyoruz. İşte o zaman Eren bir anda taşkınlıklarını bırakıp dinleme moduna geçiyor.
Biz de her seferinde şaşırıp duruyoruz.
3 Temmuz 2010 Cumartesi
SUYLA OYNAMA
24 Haziran 2010 Perşembe
" HAYIR DÖNEMİ "
18 Haziran 2010 Cuma
İKİNCİ YAŞIMIZ DOLDU
15 Haziran 2010 Salı
ÇOCUK VE ÖĞRENME
Nerden nereye geldim. Yani hiçbir davranış çocuk tarafından boşverilmiyor. Kaydediliyor. İşte durum ortada.
7 Haziran 2010 Pazartesi
İKİ YAŞ DURUMLARI
Neler oluyor Eren, bir söylesen?
Yoksa iki yaş durumları mı bunlar? Hı?
1 Haziran 2010 Salı
KEÇİBOYNUZLU ISLAK KEK
Keçiboynuzu tozuyla yapılmış bir keki yıllar önce Ankara' da bir kafede yemiştik. Daha sonra Ayrancı semtinde köylerden getirilen doğal ürünleri satan bir dükkan açıldı. O dükkanda da çekilip un haline getirilmiş keçiboynuzu satılıyordu. Biz de oradan alıp kakao yerine bu tozu kullanarak kek yapmış ve tadını çok sevmiştik. Kaç yıl oldu anımsamıyoruz, biz bu keki yapmamışız ve bu tadı unutmuşuz. Geçen gün bir kitabı karıştırken keçiboynuzunun faydalarına rasladık, dolayısiyle de aklımıza düştü. Evdeki keçiboynuzlarından birkaç tanesini önce havanda küçük parçalara böldük, sonra kahve değirmeninde un haline getirdik. Kakao yerine kullanarak ıslak kek yaptık.
Keçiboynuzu tozu kakao kullandığımız her yerde kakaonun yerini alabilirmiş. Keçiboynuzunda protein, B vitamini, kalsiyum, potasyum, mağnezyum, demir, manganez, krom, bakır varmiş.Faydalı olduğunu biliyordum ama, bu kadarını bilmiyordum.
25 Mayıs 2010 Salı
EVDE YOKTUK
Kızılcahamam ise kaplıcalarıyla ünlü. Biz günübirlik gittiğimizden, üstelik hışım gibi bir sağanak yağmura yakalandığımızdan sadece Soğuksu milli parkını gezip döndük.
Bu gezilerde Eren'e doğayı sevdirmeye çalıştık. Ağaçları, çiçekleri gösterip anlattık. Kuşları gösterdik. Kuşlarla ilgilendi ama ağaç ve çiçeklere pek ilgi göstermedi. Hayvanlara ilgisi daha fazla. Teyzesinin kedisi Jüpiter'le pek yakınlaşıp koklaştılar bu kez. Önceki görüşmelerinde Eren kovalıyor, Jüpiter kaçıyordu. Onlar da alıştı birbirlerine.
8 Mayıs 2010 Cumartesi
KOLTUĞA ALIŞIYORUZ GALİBA
Bu pazar günü bir Antalya kaçamağı yaptık. Bakalım Eren arabadaki koltuğunda ne kadar oturacak, bir değişim var mı , deneyelim dedik; Antalya'da deniz mevsimi açılmıştır, belki denize gireriz, olmazsa kumsalda otururuz, Eren de oynar diye düşündük. Arabaya binmeden karar alındı: Ne yaparsa yapsın, istediği kadar çığlık atsın O' nu oyalamaya çalışmayacağız. Herkes normal davranışını sürdürecek. Zaten daha önceki O'nu oyalama deneyimlerimiz hiçbir işe yaramamıştı. Ancak biz hayli yorulmuştuk. Yine de tüm kıyameti koparmasına rağmen; bazen yetti artık indirelim koltuktan diye düşünceler kafamızda uçuşmasına rağmen, koltuğundan yol bitene kadar almamıştık. Bu yolculukta o direncimizin karşılığını aldık sayılır. Daha arabaya binerken itirazları başlayan Eren bu kez hiç sesini çıkarmadı, güzel güzel oturdu, görebildiği kadar çevresindeki arabalara baktı, hatta kendince şarkılar bile söyledi. Hiç sesimizi çıkarmadık, aman ne güzel oturuyor falan diyeceğiz, diyemiyoruz. Her an durumun değişme riski var çünkü. İçimizden sevinerek, dışımızdan susarak Antalya' ya sorunsuz bir şekilde vardık. Dönüşte de aynı şekilde hiç sorun yaşamadık. Arabadan indirirken güzel güzel oturduğu için mutlu olduğumuzu O'na belli ettik.
Antalya çok sıcaktı, kumsaldan on beş- yirmi metre berisi yanarken kumsala inildiğinde hatırı sayılır bir rüzgar vardı. Deniz suyu da soğuktu bizim için. Denize girenler daha çok yabancılardı.
Eren' i zor tuttuk, illa denize gireceğim diyor. Biraz kumsalda oynadı ama gözü denizde kaldı.
30 Nisan 2010 Cuma
İLK ÇOCUK BAYRAMI
21 Nisan 2010 Çarşamba
EREN'İN KİTAPLARI
14 Nisan 2010 Çarşamba
SOYALI ÇÖREK
6 Nisan 2010 Salı
ÇOCUĞU YÖNLENDİRME
30 Mart 2010 Salı
KİTAPLAR
Kitaptan örnekler vermek isterdim ama izinsiz alıntı yapılamıyormuş.
Başka kitaplar da var evde. Zaman zaman okuyup kendimizi eğitmeye çalışıyoruz ki çocuğa faydalı olalım, doğru davranalım.
Yararlandığımız kitaplar:
Ana-Baba ve Çocuk- Haluk Yavuzer
Anne-Baba Olma Sanatı- İlkim Öz Tan
Akıllı Bebekler Akademisi - Dr.M.Semih Summak
Dr.A.Elçin Gören Summak
Çocuklarla İletişim - Adele Faber
Elaıne Mazlısh
Montessori Eğitimiyle ilgili kitaplar
Çocuğunuzun İlk 6 Yılı - Haluk Yavuzer
21 Mart 2010 Pazar
EREN ALIŞVERİŞTE
14 Mart 2010 Pazar
BASINDAN SEÇMELER
Farkında mısınız?
SADIK ÇELİK
Onkolog Uz. Dr. Yavuz Dizdar 3 Mart ve 10 Mart 2010 tarihlerinde Dünya gazetesindeki köşesinden soruyor; “Sütler ve yoğurtlar neden bozulmuyor, bunlar dayanıklı beyaz eşya mı yoksa bozulmaya karşı efsunlular mı?” diye. Herkes dikkat etmiştir, son yıllarda satın aldığımız kutu sütler ve yoğurtlar buzdolabında bir ay kalsa dahi ekşimiyor, ancak günler sonra ekşiyerek değil küflenerek bozuluyor. Eskiden satın aldığımız yoğurtlar 3-4 gün içerisinde tüketilmezse ekşir, tadı değişirdi. Şimdilerde marketlerden satın aldığımız yoğurtların ve kutu sütlerin içerisindeki bakteriler, UHT teknolojisi kullanılarak yok edildiğinden, içerisinde bakteri bulunmayan sütler ve yoğurtlar ekşime yapmıyor, hatta günlerce bozulmadan saklanabiliyor.
Ancak, pastörizasyon yapılan yani hızla ısıtılıp soğutulan süt ürünlerindeki sağlığa zararlı bakteriler ortadan kaybolurken sağlığa yararı olanlar da yok oluyor. Uzmanlar, sütün içerisindeki bazı bakterilerin hastalık yapmadığını, birçok hastalığı önlediğini ve sütün kesilmesini ve ekşimesini sağladığını söylüyorlar. Hatta bu bakterilerin, sağlıklı sütün bir çeşit sigortası olduğunu da belirtiyorlar. Bu durumda, aslında süt çok faydalı bir içecekken pastörizasyon, UHT gibi işlemler sonrası zararlı bir ürün haline geliyor. Prof. Dr. Ahmet Aydın bu zararları 2 şekilde açıklıyor;
1- Teknolojinin elini değdirdiği süt ve süt ürünleri, yapılan işlemler sonucu doğal enzimlerini ve proteinlerini kaybederken sindirilemez hale geliyor. Sütün sindirimini sağlayan laktaz ve lipaz aktif enzimleri pastörizasyon ve UHT gibi işlemler sonrası canlılığını yitiriyor ve yetişkin mideler tarafından gerektiği kadar sindirilemiyor.
2- Enzim eksikliği ve hayati öneme sahip proteinlerin değişmesi, sütteki kalsiyumu ve mineral elementlerini eritiyor.
Konuyla ilgili 1930’lu yıllarda Dr. Francis M. Pottenger’in 900 kedi üzerinde 10 yıl süreyle yaptığı araştırmaya göre, çiğ süt içen bir grup kedi, sağlıklı olarak büyürken, pastörize sütle beslenen grup bir süre sonra durgun, sersem ve normalde insanlarla ilişkilendirilen kalp krizi, böbrek yetmezliği, tiroit bozukluğu, solunum rahatsızlıkları, diş kaybı, kemik zayıflığı gibi kronik yozlaştırıcı rahatsızlıklara karşı savunmasız hale geldi.
Görüldüğü gibi doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış süt, insan ömrünü değil yalnızca raf ömrünü uzatıyor.
Kutu süt ve süt ürünlerinin aylarca bozulmaması, uzun ömürlü olması pastörizasyon işlemleri ve UHT teknolojisinden mi yoksa ambalajlamalarından mı ya da inekleri yayılım için hiç meralara çıkarmadan ahır ortamında hazır yemlerle, antibiyotik kullanarak büyütülüp beslenmesinden mi kaynaklanıyor bilemiyoruz ancak bildiğimiz bir şey var ki, kaymak bağlamayan, ekşimeyen, kesmeyen sütler ve yoğurtlar doğal değildir. Ayrıca homojenizasyon sırasında süte 2 ton civarında bir basınç uygulanıyor ve süt proteinlerinin moleküler yapısı büyük ölçüde değişiyor. Moleküler yapısı değişmiş proteinlerin ise immün sistemini aşırı uyararak bazı hastalıklara sebebiyet verdiği de bilinmektedir.
Yoğurt ve süte benzer bir başka örnek de açıkta bırakılan margarinlerde görülmektedir. Yapılan bir araştırma margarinlerin günlerce bozulmadığını, acımadığını hatta karınca ve sineklerin bu margarine yaklaşmadığını gösterdi. Bu ilginç araştırma, acaba margarinlerin içerisinde ne tür bir katkı maddesi var, yoksa bunlar da mı efsunlu, diye düşündürüyor. Margarinlerin üzerinde transyağ yoktur, kalp dostudur gibi doğruluğu margarin üreticilerince kanıtlanmış, tüketicilerin sorgulamadan inandığı ibarelerin yer almasına artık söz söylemiyoruz fakat margarinlerin gözle görülen, şahit olunan bu durumuna ne diyeceğiz?
Teknolojinin elinin değdiği sütlerin ve süt ürünlerinin her ne kadar zararları bilinse de sağlığa olan yararlarından ötürü süt ve süt ürünlerinin tüketimi tüm dünyada artmaktadır. Yaşamsal aminoasitleri içeren yüksek değerli süt proteini, yaşamsal yağ asitlerini içeren süt yağı, birçok mineral madde, süt şekeri ve birçok vitamini ile süt, temel gıda maddesi olarak kabul edildiğinden kutu sütlerin raf ömrünü uzatmak için yapılan çalışmalarda aşırıya kaçılmamalı, süt ve süt ürünleri doğal özelliklerini kaybetmemelidir.
Kaynak:Cumhuriyet Gazetesi
4 Mart 2010 Perşembe
ÇAY KEYFİ
Onu yatağına yatırınca hemen kendime bir çay koydum. Eren uyuyunca çay keyfi yapmanın zamanı. Kitap ya da gazete okuyarak değil, sadece çayı içtiğini hissederek içmek. Çayın keyfine varmak. Birşey okurken içtiğim zaman çay bitmiş ben farkında değilim. Tadını alamıyorum. Bu arada televizyonu da açıyorum. Eren uyanıkken pek açmıyoruz çünkü. Televizyonda izlediğim birşey de yok aslında ama çayımı içerken, kısa bir süre kanallar arasında öylesine dolaşmak hoşuma gidiyor. Sonra Eren uyumaya devam ediyorsa gazetemi okurum, olmadı internete girerim ya da mutfağa.
Eren uyuyunca, uyanana kadar şunu da yaparım, bunu da yaparım diye planlar yaparım kafamda ama o süre hemencecik geçiverir. İşte ağlıyor,uyandı bile. Bugün bir saat kadar uyudu. Neyse ki çay keyfini yapabildim.
24 Şubat 2010 Çarşamba
MUTFAK PERİŞAN
Neyse Annesi bayağı uğraşarak, aradıklarını oradan buradan bularak, baharatları ve kuruyemişleri uzun uğraşlar sonunda rendeleyip, dövüp, robotta çekerek kekin hamurunu hazırlayıp kenarı kepçeli kalıba koyarak fırına verecekken nasıl olduysa, kek kalıbının içi ters çevriliyor, hepsi lavaboya kapaklanıyor...Tüm emekler lavaboya...Mutfaktan sinir krizlerinin dumanları yükseliyor.
Acısı olan bir kişiye " üzülme " demenin ne kadar anlamı varsa, O' na söylenecek her avutucu sözün de o kadar anlamı olacaktı.Bunun üstüne bir de mutfağın temizlenmesi vardı.
Bunu ancak bir zaman sonra yapabildi.
Neyse şimdi sakin çayını içiyor.
21 Şubat 2010 Pazar
BASINDAN SEÇMELER
Antibiyotikler Ateş Düşürücü Değildir
Ateşin tedavisi yalnızca ateş düşürücü ilaçlarla değil, aynı zamanda uygun yaklaşımlarla desteklenmelidir. Evde uygulanabilecek bu destek yaklaşımlar ateş düşürücülerin kullanılması kadar önemlidir.
Destek Tedavi
* Ortam Isısı: Ateşli bebeğin bulunduğu odanın ısısı 21-22 derece arasında tutulmalıdır. Bu düzeylerdeki ısı, çocuğun ısı kaybının en üst düzeyde olmasını sağlar. Oda ısısını ayarlayabilmek için havalandırma cihazları ve vantilatör kullanılabilir. Ancak bebeğin direk olarak hava akımının karşısında bırakılmamasına dikkat edilmelidir.
* Çocuğun Giysileri: Ateşli çocuğun aşırı giydirilmesi, sarılması ve üzerinin örtülmesi doğru değildir. Az ve gevşek giysiler çocuğun ısısını düşürme mekanizmaları yardımcı olur. Gerekirse bebeğin yalnızca ara bezi ile kalması uygun olabilir. Eğer çocuk üşüyor ve titriyorsa üzerine ince bir örtü örtülebilir.
* Beslenme: Ateş çocuğun kalori gereksinimini artırır. Bu nedenle ateşlenen çocuğun aç bırakılmaması ve beslenmesinin desteklenmesi gerekir. Ancak beslenme için aşırı zorlamamalıdır. Ateş, terlemeyi ve solunum sayısını artırarak sıvı kaybının da artışına yol açar. Çocuğa bol miktarda sıvı verilmelidir. Bu amaçla beslenmede özellikle su, meyve suyu, çorba ve sulu meyveler kullanılabilir.
Ateşli Çocuk İçin Uygulanabilecek Destek Tedavi
* Çocuğun bulunduğu odanın ısısını 21-22 derece düzeyinde olacak şekilde ayarlayın.
* Çocuğa ince, hafif, gevşek giysiler giydirin, üzerine kalın örtüler örtmeyin.
* Bol sıvı sulu gıda verin, aç kalmamasını sağlayın, çok yağlı ve sindirimi güç yiyecekler vermeyin.
* Ateş, çok yüksekse (40 derecenin üzerindeyse) ılık su (29-32 derece) ile pansuman veya banyo yaptırabilirsiniz, ancak çocuğu ıslak havlu veya çarşafa sarmayın.
* Fizik Aktivite: Ateşli çocuğun fizik aktivitesi vücut ısısının daha da artmasına yol açar. Bu nedenle aşırı fizik aktiviteden kaçınmalıdır. Ancak çocuk oyun oynamak istiyorsa evde basit oyunlar oynaması engellenmemelidir.
* Ilık Su Banyosu ve Pansumanı: Ilık su ile ıslatılmış havlu veya sünger ile boyun, yüz, el bilekleri, diz, koltukaltı, kasık kıvrımları ve karın üzerine pansuman yapılması buharlaşma ile ısı kaybını artırır ve ateşin düşmesini kolaylaştırır. Bu uygulama yapılırken çocuğun ıslak havlu ile sarılmamasına dikkat edilmelidir. Ayrıca pansuman veya banyo için ılık su yerine kesinlikle alkol veya soğuk su kullanılmamalıdır. Bu uygulama, ateşin çok yüksek olmadığı durumlarda ve uygun olmayan yöntemlerle yapıldığında çocuğun üşümesine ve titremesine neden olarak ateşin daha da artmasına yol açabilir.
Ateşin Tedavisinde Ilık Su Pansumanı ve Banyosunun Uygulama Basamakları Ilık Su İle Pansuman
* Su, sıcaklığı vücut ısısına ulaşıncaya kadar ısıtılır.
* 3 adet el havlusu, pansuman peti veya sünger ılık su kabının içine konur.
* Bebek kuru havlu üzerine yatırılır.
* Elbiseleri çıkarılır, üzerine ince bir çarşaf örtülür.
* Islak havlulardan biri alına konur, diğeri ile vücudun boyun, yüz, karın, diz, el bileklerinin iç yüzü koltuk altı ve kasık bölgeleri silinir. Havlulardan biri kuruyunca diğeri ile devam edilir.
* Bu işlem 20-30 dakika boyunca sürdürülebilir.
* Eğer küvet veya kap içerisindeki su soğursa ılık su eklenir.
Ilık su ile banyo
* Küvet vücut ısısına yakın sıcaklıkta ılık su ile doldurulur ve bebek küvetin içine konur.
* Bebek küvetin içinde 20-30 dakika boyunca bekletilir.
* Bu uygulama, konvülsiyon geçirmekte olan bebek için asla yapılmamalıdır.
Soğuk Su, Buz ve Alkol Kullanma
Ateş Düşürücü İlaç Tedavisi: Yüksek ateşli bir çocuğun ateşinin tedavisinde ateş düşürücü ilaçlar evlerde çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak ateş düşürücü ilaç kullanımı otomatik bir tedavi yöntemi olmamalıdır. Ateş düşürücü ilaç kullanımının önerildiği yüksek ateş sınırı 39-39.5 derecedir. Eğer çocuk kendini sıcak ve rahatsız hissediyorsa ve solunumun hızlı ve güç olması gibi belirtiler varsa daha düşük ateş düzeylerinde de ateş düşürücü verilebilir. Kullanılacak ilaçların kiloya göre ayarlanarak verilmesi uygundur. Kesinlikle doktorun önerdiği dozdan fazla dozda kullanılmaması gerektiği bilinmelidir.
Doktorun Görmesi Gereken Ateş
* 2 aylıktan küçük, ateşi olan her bebek doktor tarafından görülmelidir.
* 3 Aylıktan Küçük Bebekte Ciddi Hastalık Belirtileri Olarak,
* Dalgınlık, uyuklama ve uyandırmada güçlük
* Beslenememe
* Huzursuzluk, kucakta bile ağlama
* Dokunma, tutma ile artan huzursuzluk
* Kendisine dokunulmasını istememe
* Solunum sayısının 40 / dakikadan fazla olması varsa doktoru ara ya da Acil’e git.
* 3-24 Aylık Bebekte Bunlara Ek Olarak,
* Dalgınlık
* Oynamak istemiyor
* Dikkati az, uyumak istiyor
* Aile ve çevre ile ilgisi az
Ateşin Acil Tedavi Gerektiren Durumları
Havale Nöbeti: Ateşli bir çocukta acil tedavi gerektiren durumların başında “Ateşe bağımlı havale nöbeti” gelmektedir. Bu durum ateş korkusuna yol açan nedenlerin başında gelmektedir. Çocuğu havale nöbeti geçiren aile kendini çok çaresiz hisseder ve panik içinde olur. Ailelerin bu konudaki tüm korkusu ve telaşı haklı olmakla beraber, havale nöbeti geçirmekte olan çocuğun evde ilk müdahalesini aile bireyleri yapmak durumundadır.
Ateşli havale nöbeti 6 ay-5 yaş arası ateşe hassas çocuklarda ateşin aniden yükselmesi ile ortaya çıkar. Görülme sıklığı yaklaşık 3’tür. Ateşli havaleye ailevi bir yatkınlık vardır ve anne, baba veya yakınlarında çocuklukta ateşli havale öyküsü vardır.
Havale genellikle 1-2 dakika sürer ve kendiliğinden geçer. Bu arada çocuk aniden bilincini kaybeder, vücudu kol ve bacakları kilitlenir. Ardından renk solukluğu ve uykuya dalmış gibi görünür. Fakat çok kısa sürede kendine gelir. Sıklıkla bu biçimde görülen basit ateşli havale genellikle zararlı ve tehlikeli değildir.
• Bebeğin giysilerini yavaşça çıkarın
• Yumuşak bir yere, bir tarafına dönük olarak yatırın
• Hareket ettirmeyin veya herhangi bir hareketini kısıtlamayın
• Dilini ısırabileceği veya yutabileceği endişesi ile bebeğin ağzına elinizi veya başka bir şeyi sokmayın
• Ağzında yalancı meme varsa alın
• Ilık su pansumanı yapın, kesinlikle alkol ve soğuk su kullanmayın
• Havale geçirirken küvete sokmayın
• Nöbet geçince bebek uyumak isterse, rahat bir uyku ortamı sağlayın
• Doktoru arayın
Sıcak Çarpması: Acil tedavi gerektiren ateşli çocukla ilgili göz önünde bulundurulması gereken diğer bir durum sıcak çarpmasıdır (heat stroke). Sıcak çarpması sıcak havada araba içinde kapalı kalmak gibi çevre ısısının çok yükselmesine bağlı olarak, ya da ateşli çocuğun soba kalorifer yanı gibi oda ısısı fazla olan bir yerde aşırı sarılması gibi ısı kaybını azaltan durumlarda, özellikle yenidoğan ve küçük bebeklerde sık görülür. Hızlı gelişir ve ağır seyreder.
Belirtiler:
* Çok yüksek ateş
* Baş ağrısı, bitkinlik, halsizlik ve bulantı
* Sıcak ve kuru deri (nadiren nemli olabilir)
* Oryantasyon bozukluğu, aşırı huzursuzluk veya uyuklama
* Bilinç bulanıklığı, havale nöbeti, bilinç kaybı
Bu durumdaki hastaların acil tedavisinde yeterli sıvı tedavisi yanında vücudu mekanik yöntemlerle soğutmak gereklidir.
Sıcak Çarpması Durumunda Yapılması Gereken Girişimler
* Bebeğin giysilerini çıkarın,
* Buzlu suyla ıslanmış bir havlu ile sarın (sadece sıcak çarpmasında uygulanır),
* Derhal parenteral sıvı tedavisine başlayın,
* Acil medikal tedavi açısından gerekli girişimleri yapın,
* Ateş düşürücü ilaç tedavisi etkisiz olduğu için ateş düşürücü vermeyin.
18 Şubat 2010 Perşembe
BASINDAN SEÇMELER
ÇOCUKLARDA ATEŞ (1)
A teş, doktorların çocuklarda en sık karşılaştığı sağlık sorunlarından biridir. Eski çağlardan beri ateşin bir defans mekanizması olduğu düşüncesiyle, önemsenmemesi gereken bir bulgu mu, yoksa şiddetli bir hastalığın çok ciddi bir semptomu mu olduğu konusunda tartışmalar olagelmiştir.
Hipokrat, ateşin vücuda giren ve sağlığı tehdit eden kötü varlıkların yanmasına neden olduğu fikrini öne sürmüştü. Ateş, yararlı olduğu düşüncesiyle uzun yıllar, ta ki Aspirin’in keşfine, yaklaşık 100 yıl öncesine kadar tedavi edilmemekteydi. Günümüzde birçok araştırmada ateşin immün yanıtı güçlendirdiği ve host savunmasında çok önemli bir rol oynadığı gösterilmiştir.
Ancak, çoğu aile için ateş hâlâ önemli bir korku nedeni olma özelliğini yitirmemiştir. Çocuktaki en ufak bir ısı artışı ateşin hemen düşürülmesi gerektiği fikrini tetiklemekte ve ailede panik yaratmakta, ciddi korku ve kaygıya neden olmaktadır. Çeşitli araştırmalarda, ailelerin büyük bir kısmının, çok yüksek sayılmayacak vücut ısılarının çocukları için zararlı olabileceği düşüncesinde oldukları saptanmıştır. Bu çok doğru olmayan inanç “ateş korkusu” olarak tanımlamıştır. Bu korku, hem aileyi hem de doktoru etkilemekte, kaygı ve panik hali ateşi düşürmek için kimi zaman gereksiz, hatta kimi zaman da zararlı olabilecek girişimlerin ve uygulamaların yapılmasına neden olmaktadır. Ailelerin çok yanlış ve yaygın bir uygulaması da antibiyotikleri ateş düşürücü olarak kullanmalarıdır. Oysa ateş bir hastalık değil, birçok nedene yönelik savunma mekanizması olarak ortaya çıkan bir belirtidir. Ateşli bir çocukta bu belirtinin ortadan kaldırılması girişiminin yanında en önemli nokta, buna neden olan esas hastalığın ortaya çıkarılmasıdır.
Ateş Nedir?
Ateş, vücut ısısının normal sınırların üzerine çıkması olarak tanımlanır. Vücut ısısı, ölçümün yapıldığı zamana ve ısının alındığı vücut bölgesine göre değişir. Ortalama vücut ısısının 37.0 dereceye kadar düşerken akşam 38.0 dereceye kadar yükselebilir. 6 aylıktan ufak bebeklerde günlük ateş oynamaları çok azdır. 6 ay – 2 yaş arası günlük değişim 1 derecedir. 6 yaşta günlük değişim 2 dereceyi bulabilir. Vücut ısısının en yüksek olduğu zaman akşam saatleridir.
Kullanılan ısı ölçüm bölgeleri içinde en yüksek ısı popodan alınan ısıdır. Ağızdan alınan ısı popodan alınandan daha düşüktür. Koltuk altı ısısı ise en düşük ısıdır ve vücut öz ısısından 1 derece daha düşüktür. Egzersiz, aşırı giyinme, sıcak banyo, aşırı sıcak hava, sıcak yiyecek ve içecekler sağlıklı bir çocuğun vücut ısısını 38.0 – 38.5 dereceye kadar yükseltebilir.
Ateş olarak kabul edilen en düşük vücut ısısı, ölçümün yapıldığı vücut bölgesine, ölçüldüğü saate ve çevre ısısına bağlı olarak değişebildiğinden her ölçüm bölgesi için tek bir ısı değeri vermek olası değildir. Bir çocukta popodan alınan ısının 38.0-38.2 derece, ağızdan alınan ısının 37.5-37.8 derece, koltuk altı ısının 37.0-37.2 derece ve kulak yolundan ölçülen ısının 37.8-38.0 derece üzerinde olması halinde ateş söz konusudur.
Ateşin ölçülmesi ve değerlendirilmesi konusu çok önemlidir. Çocukların ateşini gereksiz sıklıkta ölçmekten kaçınmalıdır. Ateşin izlenmesi sırasında çocuk kendini çok sıcak hissediyorsa veya kötü görünüyorsa ateşinin ölçülmesi uygun olur. Üşüme ve titreme ateşin yükselmekte olduğunu, çocuğun pembe görünümü ateşin en yüksek düzeye çıktığını ve terleme ateşin düşmekte olduğunu gösterir.
Ailelerin vücut ısısının ölçüm teknikleri yanı sıra, ölçülen değerin normal veya ateş olarak tanımlayabilmesi ve çocuk ateşlendiğinde neler yapılması gerektiği konularında da bilgilenmesi gerekir. Ailelerin yüksek ateşle ilgili bilgi düzeylerini, algılarını ve davranış şekillerini değerlendirmek amacıyla yapılan bir araştırmada; ailelerin yüzde 33’ünün, yüksek ateş sınırını bilmediği ya da yanlış bildiği saptanmıştır. Ailelerin ancak yarısı vücut ısısını ölçmek için termometre kullandığını ve yüzde 29’u çocuğu ateşlendiğinde doktora danıştığını bildirmiştir. Ateşi ölçmek ve ateşli çocuğa yaklaşım konusundaki bu bilgi eksikliğine karşın ateş korkusu önemli boyutlardadır. Ailelerin yüzde 87’si ateş korkusunun olduğunu bildirmektedir. En önemli korku nedenleri; bu ateşin havaleye neden olabilmesi ve ciddi bir hastalık olma olasılığıdır. Ailelerdeki yüksek ateş korkusunu yenmek bir sağlık eğitimi sorunu olarak ele alınmalıdır.
Ateş bir belirtidir
Ateş bir hastalık değil, yalnızca bir belirtidir. Ateşin beyin hasarı gibi zararlı etkileri popodan alınan ısının 41.0 derece üzerine çıkmadan görülmez. Beynin ısı ayarlayıcı merkezi enfeksiyon sonucu yükselen ateşi 41.1 derecenin altında ayarlar.
Sağlıklı olan bir çocukta yüksek ateşin zararlı etkileri daha çok sıcak çarpması ve nadiren de ateşe bağımlı birbiri arkasına devam eden havale nöbetlerinde görülür. Bu nedenle ateşli bir çocuğun çok fazla giydirilmesi, radyatörün veya ısıtıcının yanında kalması veya arabada direk güneş ışığına maruz kalması ateşin çok yükselerek zararlı etkilerinin ortaya çıkışını kolaylaştırır.
Vücut Isısının Kontrolü
Vücut ısısı beyinde hipotalamusta bulunan ısı ayarlayıcı merkez tarafından düzenlenir. Vücut ısısı çevre ısısındaki değişimlere rağmen normal sınırlarla sürdürülür. Isının bu düzeyde tutulması ısı oluşumu ve ısı kaybı arasındaki dengeye bağlıdır.
Ateş oluşturan herhangi bir madde için pirojen terimi kullanılmaktadır. Pirojenler vücut içi (endojen) ve vücut dışında (eksojen) olabilir. Eksojen pirojenler, mikroorganizmalar, toksinler ve mikrobiyal ürünlerdir. Organizmada endojen pirojenler olarak bilinen pirojenik sitokinlerin oluşumuna yol açarak ateşe neden olurlar.
Ateşin Tedavisi
Ateş, vücudun enfeksiyona karşı geliştirdiği immün yanıtın bir parçasıdır. 39 derecenin altındaki düzeylerde immün sistemin güçlenmesini sağlar ve mikroorganizmanın yok edilmesini kolaylaştırır. Ateşin yüksekliğinin tedavi etmenin amacı çocuğun rahat etmesini sağlamaktır. Tek başına ateşin varlığı her zaman tedavi gerektirmez. Genelde bütün ateşleri tedavi etmek veya vücut ısısını normale indirmek için bir fikir birliği yoktur. Ateş çok yüksek olmadıkça (41 derecenin üzerinde) hastaya özel bir zarar vermez. Ateş vücudun enfeksiyonlarla savaşma yöntemlerinden biridir. O nedenle ateşi düşürmek her hastaya özgü olmalıdır. Günümüzde, özellikle 6 aydan büyük bebeklerde ateş 39 derecenin üzerine çıkmadığı ve bebeğin durumu iyi olduğu sürece ateşi düşürmek gerekmeyebilir. Bebeğin ateşi yükselmeye başladığında, ateş düşürücü vermeden önce bir süre beklemenin bağışıksal yanıtın güçlenmesi açısından faydalı olacağı bildirilmektedir. Ancak daha düşük ısılarda bile bebeğin ağrılarını gidermek, rahatlamak ve uyku düzenini sağlamak amacıyla ateş düşürücü tedavi uygulanabilir. Bunun yanında kimi zaman yalnızca telaşlı ve huzursuz bir anneyi rahatlatmak amacıyla da bebeğe ateş düşürücü verilebilir.
Ateşli bir çocuğun tedavisi sırasında üzerinde durulması gereken noktalardan biri de altta yatan hastalığın etkenine yönelik özgül tedavinin uygun zamanda başlanmasıdır. Ancak çoğu kez antibiyotikler ateş düşürücü gibi kullanılmaktadır. Doktor, aileleri antibiyotiklerin ateş düşürücü olarak kullanılmaması gerektiği konusunda bilgilendirilmeli ve özellikle uyarmalıdır.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, Ankara Eki
10 Şubat 2010 Çarşamba
EV İŞLERİNE YARDIM
Başka şeyler de yapıyor. Etrafta kimin eşyası var götürüp sahibine veriyor.
Bir de seviniyor kendince... Yapabildikçe her işi yaptırmaya çalışacağız. O da istekli olursa tabii. Zoraki değilde istekle, severek sadece kendine bile bir sofra hazırlamanın keyfini ve tadını alması güzel olur, mutlu olur diye düşünüyoruz. Kendi işlerini sıkılmadan yapabilsin, becerebilsin, illa da birine ihtiyaç duymasın yapabileceği şeyler için.
Annesi de 'Oğlum herşeyi yapmayı öğrensin, kendi işini kendisi halletsin. Gerektiği yerde yapar, gerekmezse yapmaz.' diyor sürekli.
30 Ocak 2010 Cumartesi
BÜYÜDÜ, AFACAN OLDU
Şimdilerde bize bağırıp çağırıp dolaşıyor.Artık konuşmaya da başladı: Her söyleneni olmasa da bir çok şeyi yamuk yumuk tekrar etmeye çalışıyor.O da herkese oldukça sevimli geldikçe havasından geçilmiyor. Fırsatları da değerlendirmekten kaçınmıyor.Kim cep telefonunu elinin ereceği bir yere koymuş farkında olmadan, hemen Eren' in elinde. Geri alabilirsen al artık.Sakar solak basarak acil ambulansı aramış geçen gün.Baktık telefondan bir bayan sesi geliyor.Almaya çalıştıkça da " da, du " diyerek üstüne basa basa kesin olarak vermeyeceğini bildiriyor.
Geçen günde benim laptopu açık yakalamış, aceleyle nerelerine bastıysa hiç bilmediğimiz fonksiyonlarını ortaya çıkardı.Yanına gelince elinden alacağımızı bildiğinden öyle bir aceleyle son birkaç tuşa daha basmak için öyle bir çaba gösteriyor ki, gülmelerimizi saklamak zorunda kalıyoruz.Bir o kadar da ciddi bunları yaparken.
Çok sevimli oldu kerata ne diyeyim.
21 Ocak 2010 Perşembe
BASINDAN SEÇMELER
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) Yönetmeliği’nde yapılan yeni değişiklikle, 1 Mart’a dek denetimsiz olarak Türkiye’ye girecek ürünlerin kapsamı genişletildi. Bu tarihe kadar yapılacak ithalatlarda AB kriterlerine uygun olması şartı ile “GDO’lu ürünlerin, bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaktır” hükmü uygulanmayacak.
‘Kolaylık sağlandı’
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın, Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik’te yaptığı değişiklik, Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi. Değişiklik ile 26 Ekim 2009’da yayımlanan yönetmelikte, 20 Kasım 2009’da yapılan değişiklik ile daha önce kontrol belgesi alanlara ithalatta bazı kolaylıklar sağlanmasına yönelik uygulamanın kapsamı genişletildi. Yapılan değişiklik ile 26 Ekim 2009’dan önce kontrol belgesi alınan ürünlerin ithalatında, yönetmeliğin 5. maddesinde yer alan “genel hükümler”in de 1 Mart 2010’a kadar uygulanmaması istisnası getirildi.
NTV’nin haberine göre ise değişiklikle 26 Ekim 2009’dan önce kontrol belgesi alan ürünler için geçerli olan erteleme de 20 Ocak’a kadar genişletildi. 20 Ocak’a kadar kontrol belgesi alan ürünler için denetim şartının 1 Mart’a kadar kaldırılması, “şirketlerin lehine” olarak yorumlandı.Gümrüğe takılan GDO’lu ürün varsa 1 Mart’a kadar ülkeye girişinin de önü açılmış oldu
20 Ocak 2010 Çarşamba
GECE SÜTÜ
Önce memeyi bıraktırdık: sabaha kadar emzik gibi kullanıyor, saat başı kalkıyordu nerdeyse.Yaşını da doldurduğundan emdiği yeterlidir diyerek bıraktırmıştık memeyi. Meme emmeyi unutturana kadar kaç gece uğraştık, o iş bitti derken memenin yerine biberonu koymaya başladı. Durmadan biberonla içecek birşeyler istiyor, yine gece boyunca sık sık kalkıyordu. Bu böyle olmayacak diye biberonu da bıraktırmaya karar vermiştik. Birkaç gece de onun için uğraşmıştık. Fakat Eren pes etmiyor bizim için gece seansına mutlaka birşeyler düşünüyor olmalıkdı ki feryatları gittikçe yükselen dozda sürdükçe bu kez de bardakda süt yetiştirmeye başladık. Böylece sütsüz uyuyamaz oldu sanki.
Bu böyle sürmemeliydi.Zaten doğru da değildi.Ne zamana kadar böyle gidecekti.Eren yirminci ayına girmişti.
Karar alındı: Gece sütü verilmeyecekti.
Akşam iyi yemek yediği bir gün karar uygulanmaya başlandı.
Karnı tok, suyunu da içti. Artık kıyamet de kopsa gece süt verilmeyecek.
İlk gece iki saat sürdü feryatlar, mızmızlıklar.
İkinci gece yarım saate düştü.
Daha üçüncü geceyi yaşamadık ama direnme kırıldı gibi...
Şimdiden O'da rahatladı sanki..Hergün sabaha kadar sürekli tok bir mideyle uyuyordu, belki de uykusu bu yüzden kısa sürüyor,rahat edemiyordu.
Gece kesintisiz uyumaya başlar, bu durum uykusunu düzene sokarsa gündüz yeme sorunları da çözülebilir.Gece boyunca süt içtiğinden, sabah uyanınca aç olmuyor yiyecek seçmeler başlıyor böylece.
Galiba bu kez başaracağız.
10 Ocak 2010 Pazar
İLK BİLGİNİN ÖNEMİ
Neyse salona getirdiğimiz oturağa oturup yerleşince televizyonu gösterdi aç diye. Bazı günler 15-20 dakika kadar Kanal 1'deki Barney ve Arkadaşlarını seyrediyoruz beraber. O program da eğlenerek öğrenmeye dayalı hareketli bir program. Birgün televizyonda radyo açmaya çalışırken rastladım, baktım ki Eren oldukça keyifle izliyor,o zamandan beri sadece onu izliyoruz. Başka çizgi filmler falan hiç ilgisini çekmedi çünkü. 2 yaşına kadar televizyon izlettirmeyin deniyorsa da arada bir, kısa bir süre kırmızı çizgiyi aşıyoruz.
Oturağına ilk oturttuğum gün televizyonda bu program vardı o saatte tesadüf ve ben de 'Barney'i seyredelim hadi sen de çişini yap' diyerek televizyonu açtım.Şimdi aklına estikçe beni banyoya götürüp oturağını getirtiyor, oturuyor ve televizyonu açmamı bekliyor. Tabii yaptığım bu yanlışı tekrar etmeyip televizyonu açmıyorum O da çiş falan yapmayıp kalkıyor. Diğer zamanlarda da her oturağa oturuşunda televizyonu gösterip açmamızı anlatmaya çalışıyor.
İlk bilginin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamış oluyorum böylece. İlk öğrenilen davranış belleğe bir kaydedildi mi değiştirmek istendiğinde zorlanılıyor.
Bunu daha önce de yaşadık: Eren galiba 6-7 aylık falandı tam anımsamıyorum. Küpleri üst üste koyarak kule yapmışız ve ona yıkmasını göstermişiz.Aylar geçti, hala başka gereçleri üst üste koyarak kule yapılsa ya da üst üste konan bir şeyler görse hemen eliyle deviriyor. Tekrar tekrar ona üst üste koymasını gösterdiğimiz halde, zaman zaman yapsa da yine yapılan kuleleri devirmek ilk işi oluyor. Aman Tanrım ilk bilgi olsun ya da öğrenilen daha başka davranışlar bir kez kaydedildi mi beyne, ömür boyu bu davranışları gösterebiliriz. İşte henüz iki yaşına bile gelmemiş bir çocukta bile dikkatle üstünde durduğumuz halde kule yıkmayı tam olarak değiştiremedik.
4 Ocak 2010 Pazartesi
BİR YIL DAHA GEÇTİ
Zaman ne çabuk geçiyor denir ya,işte bir yıl daha geçti.Geçen yılbaşında henüz emeklemeye bile başlamamıştı EREN. Bir yıl bu yaştaki çocuklar için ne kadar önemli... Emekleme, yürüme, konuşmaya başlama, kendi kendine yemeye çalışma, herşeyi anlama ve anlatma gibi ne çok şey altı aylıktan sonraki bir yılın içinde oluyor. Hızlı gelişme diye buna denir işte... Bu konuda uzman kişiler boşuna 0-3 yaş çok önemli diye üstüne basa basa söylemiyorlar. Sanki daha dün gibi yakın bir zamanda " ek gıdalara başlasaydık, bir emekleseydi" falan diye konuşurken bizimki şimdi tam bir afacan oldu. Konuşmaya da başladı artık, kıvırıp duruyor söylenenleri.
Hani hep konuşulur ya bu çocuk büyüyünce ne olacak diye. Bazen ben de soruyorum bu soruyu kendime. Eren büyüyünce nasıl biri olacak, nasıl bir iş edinecek, neleri sevecek, neleri sevmeyecek gibi. Daha bir buçuk yaşında dur bakalım denebilir ama gözlenirse bir çok ipucu veriyor açıkça.
Bir kere uykuyu sevmiyor bu belli.
Uykusuzluktan sürünse de uyumak istemiyor.
Yemek seçiyor: Yumurtayı, eti, tavuğu, balığı mümkünü yok yediremiyoruz. Bekliyoruz bir gün fikrini değiştirir diye
Pilavcı, makarnacı
Güzel birşey: meyveyi ve meyve suyunu çok seviyor, sebzeyi daha az
Tatlıyı daha çok.Öyle fazla pasta falan ikram ettiğimiz yok. Reçel de vermedik daha.İki yaşına kadar böyle.Verdiğimiz tatlı biraz pekmez-tahin karışımı, bir de bal-dövülmüş ceviz karışımı.Bunları reddettiğini görmedim.
Bugün yediği yemeği ertesi gün yemiyor, şaşırtıyor.
Bir de çaylara düşkünüz.Ihlamur,rezene,yeşil çay,kara çay ne versek şekersiz içiyor.Az suda haşladığımız brokoli,karnabahar sebzelerini pek yemese de sularınına yok demiyor.
Düzenli olacak sanki.Kendiliğinden terlikleri düzeltmeler, yere düşen yiyecek kırıntılarını almaya çalışmalar.
Müziksiz de duramıyoruz. Evde her tarafta birşey çalıyor.
Ama istediği birşey verilmiyorsa zaman zaman da bir öfke,bir öfke...